27 Ekim 2015 Salı

Gibi

Sessizce 
Şiir yazar gibi
Sev beni sevgilim
Günden ırak



Beklenti-Gerçeklik sorunsalı

Beklentilerimizle gerçeklik çatıştığı zaman ne yapmak gerekir, bizim olmayan dış gerçekliği değiştirme hakkımız yokken tek seçeneğimiz beklentiyi düşürmek midir? Peki bu mutlu eder mi insanı, dümdüz bi hayatsa gerçeklik beklentiyi de dümdüz seviyeye mi indirmeliyiz? 


23 Ekim 2015 Cuma

Bir psikoterapi seansı sonrası serzenişler

Beşiktaş Üsküdar motorunda kesmek istedim ellerinizi 
Beni sevmeyen
Okşamayan
Sırf uslu ve uyumlu bi çocuk olduğum için koşullu sevgilerinizi kesmek istedim
Beni uslu olmaya zorladığınız için bütün zorlamaları kesmek istedim 
Kardeşimi benden çok kabul etmenize sebep olan penisi kesmek istedim
Kendimi sütten kesmek istedim 
Sizden aldığım sütten kesmek istedim
Içimdeki babamın spermini annemin yumurtasını kesmek istedim
Küçücük bir çocuğun kardeşinin kaybolmasına üzülmeyecek şekilde yoğurduğunuz kalbimi kesmek istedim
Bi daha yanlış eller tutmasın diye kendi ellerimi kesmek istedim 
Bileklerimden kesmek istedim 



18 Ekim 2015 Pazar

Bir Neslin Bağlanma Yanılgısı; “ŞEKER KIZ CANDY”

Herhalde özellikle 1968-78 arası doğumlu olup tek kanallı TRT 1 döneminde Şeker Kız Candy animasyonundan etkilenmeyen, etkilenmemek bir yana; onu sevmeyen, takip etmeyen, hala belleğinde yaşamayan, örneğin onun gibi giyinmeyen ya da saçının öyle taranmasını istemeyen kadın yok gibidir. Bu yaş dönemindeki genç kızlar için bir “doğru”, “iyi”, “her durum ve koşul altında yapıcı, kibar hanımefendi” kadınlık modeli olmuş olan Candy bir açıdan da kime, nasıl, nekadar bağlanılması gerektiği, sevginin ya da aşkın ne olduğu, olması gerektiğini de öğretmiş bir rol modeli gibidir. Peki ama gerçekte Candy’ler nasıl bağlanırdı? Bu bir bağlanma mıydı yoksa bir yapışma mı? Ya da örneğin Candy’in Elisa’nın türlü işkencelerine, oyunlarına karşı hep “olgun”, “affedici”, “anlayışlı” tarzı? Kendisi kırılsa da kırmaması, utansa da utandırmaması gerektiği yöndeki davranışları olumlu bir sosyal davranış örneği miydi yoksa bir değersizliğin, savunmasızlığın, çaresizliğin, yalnızlık ya da terk edilme kaygılarının bir sonucu muydu? Evet, kindar ya da intikamcı olmamak bir erdemdir, ama ya kendi egosunu koruyabilme, savunabilme gerekliliği? “Serseri bir oğlana” aşık olmak, olunabileceğini, hatta gerçek aşkın da bu olduğunun resmedilmesi? Anthony’in attan düşüp de öldüğü sahneyi görünce gözyaşlarına boğulup 3 gün yas ilan eden tüm bu yaş dönemindeki günümüz kadınları sağlıklı ve güvenli bir bebeklik ve yetişkinlik bağlanma modelini değil de aslında çok belirgin bir kaygılı / kararsızın bağlanma sürecini, ikilemlerini, terk, red ya da yalnızlık kaygılarını, “tutkularını” öğrenmiş hatta içselleştirmiş olmasın sakın! 


 
Candy’in hayatı "Pony Evi" adındaki kiliseye bağlı yetimhanede başlar. Bu yetimhanenin önüne bırakılmış olan iki bebekten biri Candy diğeri de onun en yakın arkadaşı olacak olan Annie'dir. Annie yıllar sonra Brighton'lar tarafından evlat edinilir. Geçmişini unutmak isteyen, yetimhanede büyüdüğünü saklayıp artık bir hanımefendi olmak isteyen Annie bu tutumu nedeniyle Candy’den de uzaklaşır ki bu Candy’nin hem terk edilmişlik duygusunun beslenmesi hem de yine terk edilme kaygısının daha da artması demektir. Üstelik Annie Candy için Tom onun yaptığı kardan adamı yıktığında Tom’dan bunun hesabını soracak kadar da değerlidir. Annie bir anlamda Candy’nin yalnızlık ve terk edilme kaygısına karşı kalkan gibidir, bu nedenle de Annie’ye olan “bağlılığı” onu hayatının merkezine koyup ona yapışma biçimindedir. Candy’nin korumacılığı, bağlanmaya duyduğu açlık ve bunu tatmin etme arayışı yavru bir kuşu yuvasına koymak için tırmandığı ağaçtan düşecek kadar belirgindir. Hatta yaptığı tüm “yaramazlıklar” da aslında temel bağlanma figürü olan anne eksikliğiyle yaşadığı bu derin ihtiyacı tatmine yöneliktir. Örneğin sırf anne ördek onları terk etmesin, yavru ördeklerin Bayan Pony ya da Rahibe Maria gibi bakıcıları yok diye yavru ördeklerle annelerini bir iple birbirlerine bağlar. Böylelikle de annelerinin yavru ördekleri kaybetmemesini sağlamış olur. Annie ve Candy birbirlerinden ayrılmaktan öylesine korkarlar ki yetimhaneye evlat edinmek üzere gelen aileler onları beğenmesinler diye rahatsız edici bir sesle şarkı söylerler. Candy’nin terk edilmişliğinin getirdiği değersizlik ve kıskançlık duyguları da 10. yaşgününde kendisini gösterecektir. Tom’un zengin bir ailenin yanına evlatlık verileceğini öğrendiğinde onunla alay eder, “Tom gibi aptal birini isteyen bir aile de onun gibi aptal olmalı”dır, hatta kavga ederler. Aslında Candy’in kızgınlığı Tom’un kendisini terketmesi nedeniyledir, bu nedenle ondan “nefret” etmektedir. Pony Evi’nin dışında hiçbir yerde olmak istemeyen, hatta o evde yaşlanmak isteyen Candy için bu ev yaşamındaki tek güvenli alan gibidir, burayı kaybetmek de o derecede kaygı vericidir. Bu nedenle de örneğin altını ıslatan bir kız çocuğu rolünü oynayıp onu evlat edinmek isteyen bir aileyi bu kararından vazgeçirmeye çalışır. Annie bir gün bir aileye evlatlık verilir. Candy de onu kaybetmiş olmasının yasını tutar, onun geri döndüğüne dair rüyalar görür. Bir gün Annie’den mektup gelir, artık Candy’e yazmayacaktır çünkü bir hanımefendi olması gerekmektedir ve Pony Evi’ni unutmak zorundadır. Candy yaşamındaki ikinci terk edilişi de böyle yaşar. Tam o anlarda Candy hikayelerdeki prensler gibi olan kendi prensini görür rüyasında. Bu hem onun artık yetişkin bir kadın olmaya adım atışının hem de yaşadığı kayıplara karşı kendi korunaklı yani tamamen hep ona ait olacak olan bağlanma nesnesini yaratmasını yansıtır. Bu “prens” Candy’in yaşamında tekrar karşısına çıkacaktır; fiziksel olarak ona çok benzeyen Anthony olarak. Aslında bu benzerlik Candy’in Anthony’e bağlanacak olmasının da temel nedenidir. Candy aslında Anthony’e değil; idealize ettiği kendi prensine bağlanacaktır. Nihayetinde Candy de önceleri direnmekle birlikte zengin bir aileye evlatlık verilerek Pony Evi’nden ayrılır. Ancak yine aradığı sağlıklı ve güvenli bağlanmalardan uzak kalacak; kötü niyetli Elisa ve Neil’in bir kardeşi olarak da değil sadece Elisa’nın bir oyun arkadaşı olacaktır.


 Ve bir gün hayatının ilk partisinde prensiyle, Anthony’yle karşılaşır. Anthony’nin “elleri çok çirkin olduğu için” kendisini sevmeyeceğine inanan Candy bir hizmetçi olarak artık ahırda uyuduğu gerçeğini de ondan saklar. Kibar, akıllı, zarif, gülleri çok seven Anthony Candy için gül yetiştirir, adına Şeker Candy dediği güller büyüdüğünde de onları bir gün Candy’e hediye edecektir, o gün de gerçekte nezaman doğduğu bilinmeyen Candy’in yeni doğumgünü olacaktır. Hırsızlıkla suçlanan Candy Anthony’nin bunu öğrendiğinde onu savunduğunu görmesi üzerine onunla halasının arasının açılmaması için çiftlikten ayrılmaya karar verir. Candy’in bu “fedakarlığı” da başkalarını aşırı koruyarak onları memnun etme ve böylelikle de terk ya da reddedilmeme yönündeki kişilik örüntüsünün bir sonucudur. Candy Anthony’den Bayan Pony’e kadar hayatına bir şekilde dokunmuş olan herkese hep teşekkür eder, ona kendisini yalnız hissettirmedikleri için minnettarlık duyar. Bu duygusu onun içinde yaşadığı derin bağlanma ihtiyacının bir aktarımıdır. Aslında kendine hiç güvenmeyen, kırılgan, ürkek Candy için bu her bağlanma figürü değerlilik ve yaşamda bir anlamlılık duygusu yaratır, değersizlik duygusuna melhem olur. Artık her sabah uyandığında yaşadıklarının bir rüya olmaması için dua eder. Candy’in yalnızlık kaygısı, bağlanma ihtiyacı okadar derindir ki onun bir hırsız gibi algılanmasını ve çok incinmesini sağlayan Neil’in önünde diz çöküp af dilemesini bile engeller, böylelikle daha önce kendisinin suçlanıp aşağılanmasını sağlayan Neil’in şimdi onurunu korumuş olur. İlk bakışta çok olgun, mütevazi bir davranış gibi algılanabilecek olan bu davranışı aslında insanların sevgisini, ilgisini, desteğini kaybetmeye dönük yoğun kaygısının bir sonucudur. Candy için bunları kaybetmektense kendine duyduğu saygıyı kaybetmek daha tercih edilebilirdir. Anthony de küçük bir çocukken annesini kaybetmiştir ve aslında şimdi annesinin yetiştirdiği gülleri yetiştirmeye devam ettikçe onunla bağ kurmaktadır. Bir an Candy’in gözlerine baktığında annesini görmesi, annesinin de atlardan bahsedildiğinde Candy gibi gülümsediğini iddia etmesi ve onu gelinlikli haliyle evleneceği kadın olarak düşlemesi de çok anlamlıdır. Bu açıdan da bakıldığında aslında “aşk”ları kendi geçmiş yaşamlarından getirdikleri eksiklikleri, yarım kalmışlıkları tamamlamaya ve birbirlerini onarmaya yöneliktir. Elbette bir romantik ilişki böyle bir dinamiğin üzerine kurulabilir ancak bu riskli bir durumdur; örneğin onarılmışlık ihtiyacı tatmin edildiğinde ne olacaktır, kendini onaran tarafın artık bu ilişkiye ihtiyacı kalmayacaktır! Candy Anthony’e bağlandıkça onu kaybettiğine dair kabuslar da görmeye başlar. Bu kabuslar gerçeğe dönüşür ve artık evlilik planları da yaptığı Anthony’i talihsiz bir kaza sonucu kaybeder. Annesinin yaptığı gibi Anthony de Candy’i “terk etmiş” olur. Geride Candy’e içinde onun olduğu hayaller, anılar bırakmış olur. Anthony’yi kaybetmenin yasını tutan Candy onun ektiği gülleri büyütmeye devam ederek onu da yaşatmaya çalışır çünkü bir gün Anthony’in geri geleceğine de inanır. Candy’in hayatına ileride Anthony’den tamamen farklı bir kişiliği olan Terry girecektir. Aslında Anthony ne kadar güvenli bağlanmaya sahipse Terry de okadar kaçınan bağlanmadır. Candy’in bu yeni romantik eş “seçimi”nin iki nedeni vardır. Bilinçaltısal olarak, Terry’nin de olası bir kaybı durumunda Anthony’yi yine kaybetmemiş, o acıyı tekrar yaşamamış olacaktır. Ayrıca, Terry’in “cool”, “serseri”, “karizmatik” tarzı da kendine güvensiz ve değersiz, kaygılı / kararsız bağlanmaya sahip Candy’in bu duygularını besleyecektir. Candy’in kendisiyle ilgili bu olumsuz algıları Terry gibi bir erkekle birlikte olduğunda onaylanmış olacağından herhangi bir çelişki de yaratmayacaktır çünkü her insan tamamen bilinçaltısal da olsa kendisiyle ilgili algıları neyse örneğin bir eş olarak bu algılarını onaylayacak insanları “seçer”, “tercih” eder…
 
Uzm. Psk. Tarik Solmus  

17 Ekim 2015 Cumartesi

Leyla'ya silinecek şiirler

leyla
seni dün ışıksız bir sokakta gördüm
özlemişim güzel bakan çehreni
-güzel insansın vesselam-
seni gördüm
bir cebinde elin, diğerinde sigaran
seni gördüm
boşluğa bakıyordun
boşluğa yürüyordun
sağlam, güzel adımlarla
boşluğa koşuyordun hep yaptığın gibi
seni gördüm
omuzunda yağmur
omuzunda eski bir yağmurluk
omuzunda dünya, ve dünyada güzel olan ne vardıysa omuzunda
-güzel insansın vesselam-.
leyla
tutturmuşuz bir güzel insan olmaktır
sen, güzel insanlığınla ışıksız bir sokakta
ben, bütün insanlığımla peşinde
tutturmuşuz bir güzel insan olmaktır, gidemiyor
ne hayrını gördün bugüne dek?
a güzel kızım 
omuzunda eski bir yağmurluk var
ayağında evin olmayan toprak
yüzünde solmamış bir tebessüm
umudu hala çıra gibi yanan bir meczup
a leyla
a güzel kızım
sen kendine ne yaptın?
hangi sokakta bıraktın sana verdiğim atkıyı
boynuna hangi rüzgarı aldın
sen beni hangi bozuk bahçeden çağırdın leyla
bu ne yaman iştir
burası
hangi güzel ülke olmalıdır leyla?
tutturmuşuz bir güzel insan olmaktır
bu nasıl güzel insan olmaktır leyla
sen, bütün gaddarlığınla asfaltsız bir yolda
ben, bütün acziyetimle peşinde
tutturmuşuz bir insan olmaktır, gidemiyor
bu diyarda asfalt olmalı leyla
bu diyarda toprak olmalı
bu diyarda, senin omuzunda adım adım dolaşan bir bulut olmalı
bu diyarda, senin omuzunda olmalı
omuzunda yağmur
omuzunda yoksul bir yağmurluk
umudu hala çıra gibi yanan bir meczup
leyla
korkuyorum
boşluğa bakıyordun
boşluğa yürüyordun
yarım, umutsuz adımlarla / boşluğa yürüyordun
a güzel kızım
a benim çıra gibi yanan meczubum
sen beni hangi bozuk bahçeden çağırdın?
bu ne yaman iştir
bu nasıl bir yağmurdur leyla
çek şunları üstümden
al şunları üstümden
atkımı bok dolu bir çukurda buldum
umudu çıra gibi sönen bir meczubum 
beni bırak
takıntılarım var
git buradan leyla, git!
kalbini kıracağım dedim
omuzların düşecek
yağmurun düşecek dedim
yağmurluğun düşecek
umudum çıra gibi sönüyor leyla
a leyla
a güzel kızım
sen kendine ne yaptın
a leyla
a güzel kızım
sen
kendine ne yaptın?


Anlamak...

İnsan insandan anlar mıymış hiç. 
İnsan bu spordan anlar, ekonomiden anlar, sanattan anlar, peynirden ve hatta şarabın hangi bağdaki üzümden yapıldığını anlar ama insan gerçekten insandan anlar mı hiç, yapmayın.