İnsan en çok doğarken vardır. Cıyak cıyak vardır. Ben burdayım, içime aldığım oksijen ciğerlerimi yakıyor, beni sakinleştirin diye diye, bağıra bağıra vardır. Ve belki de bizim var olduğumuzu hep bağıra bağıra dile getirişimiz bundandı. Sustukça varlığı unutulan bizler susmaktan korktuk çünkü sustukça yok olduk. Yok olmamak için konuştuk, bağırdık, çağırdık. Hep konuştuk, hep bağırdık.
Sorunlarımız vardı bizim. Ciğerlerimizi yakan oksijenle başlayan ve asla bitmek bilmeyen sorunlarımız. Var olmak için hepsini soktun insanların gözüne. Sorunlarımız olmadaydı yok olurduk çünkü. Bizim sorunlara ihtiyacımız vardı, en büyüğünden, en acısından, en farklısından. Dur o ne ki ben şunu şunu yaşadım diyecek hep diğerinden daha fazla olmadı gereken sorunlarımız vardı. Çünkü bizim onlara ihtiyacımız vardı. Sorunlarımızın varlığı ile doğru orantılı olarak varlığımız görüldükçe yapıştık sorunlara. Artık ihtiyacımız vardı hepsine. O sorunlar, hastalıklar, kavgalar, iflaslar, ayrılıklar bizim tutunduğumuz dallardı. Yere çalışmamak için, görünmez olmamak için sıkı sıkı tutunduk hepsine. Çünkü biz sessiz olarak var olmayı öğrenememiştik. Bizim annemiz bile, buram buram var olan bi çocuk dünyaya getirdiğinde, kendi yerine var olacak bi nesne bulduğu için sessizliğe gömülüp ölmüştü ya da bizim sorunlarımız üzerinden var olmaya devam etmişti. Ama sessizlik, ölüm ve yok olmayla eşleştiği için biz susamadık. Öleceğiz sandık. Susarsak ölürüz sandık.
Peki ölür müyüz susarsak? Sanmam. Susa susa ben burdayım demeyi öğrenmek lazım. Sessiz bi hayatın içinde var olmayı denemek lazım. Sorunlara yapışmadan, dingin, sakin yaşamayı öğrenmek lazım. Acıdan değil aldığımız oksijenden haz duymak lazım, artık ciğerlerinizi yakmayan oksijenden.
Varlığımı kimse bilmesin, sesimi kimseler duymasın ama hiç sorunda olmasın. Ne kimseye anlatmak için ne de hayata tutunmak için.
YanıtlaSilTek sorunumuz zaman olsun yada zamandan kopmamak. Sahi kaç dakika oldu?