27 Aralık 2015 Pazar

Maskeli Balo

Adım yok benim.
Kaç yaşındayım bilmiyorum. 
Dünya kaç yaşında onu bilmediğimden belki. 
Yazasım geldi birden. Sessiz sakin bi yazış olsun istiyorum. 
Parmaklarımın serbestliğine, kafamın boşluğu aksın, bu satırlara yansısın istiyorum.  Neyi ne kadar beceririm bilmiyorum. Kulaklarımda müzik var. Buğulu bir Cengiz Özkan sesi, elif dedim diyor, elifim noktalandı az derdim çoklandı, yetiş anam yetiş babam, amman ah mezarım tahtalandı... 
Nasıl aşık olmuş insanlar birbirine, ne türküler yakılmış... Daha bilmediğimiz, bize ulaşamayan ne hikayeler var kim bilir. 
İsimler ne güzel, Elif ne güzel, Zeynep ne güzel, al Fadime'm ne güzel...
Ya benim ismim... 
İsmimi bilmem ben, herkes kendince bi şekilde çağırır bi şey söyler. Nerede hangi isim lazımsa onu kullanırım.
İsmime yakılmış türkü yok. Ne zeynep ne Elif ne Suzan Suzi... 
Kimse bi şiire bi şarkıya almadı beni. Gerçi ben de girmek ister miydim bilmiyorum. Ben en son neyi istediğimi hatırlamıyorum. Pek çok şey yaşıyorum her şey isteğim dışında ve olması gerektiği içinmiş gibi geliyor. 



Evet ben isimsiz zamansız biriyim. 
Çeşitli rollerim var. Öğretmenim mesela, rehber öğretmen psikolojik danışman. Yapmam gereken işler var çünkü karşılığında para kazanıyorum. O işi mümkün olan en iyi şekilde yapıyorum. İnsanlar çalıştığımı görüyor gerçekten. Bir sürü insan onların gördüğü en iyi, en çalışkan rehber öğretmen olduğumu iddia ediyor. Evet, bu onların gözü bilemem doğru mu ama o okuldaki rolüm rehber öğretmenlikse onu en iyi şekilde yapmak benim görevim, içsel görevim. O rolün gerektirdiği çalışmaları yapıyorum aslında, rolümün hakkını veriyorum. O rolü muhtemelen o okulda benden iyi oynayacak pek insan yoktur. Narsistik kabarma diyebilirsiniz isterseniz buna ama ben realizm diyorum zira ben telefonu bi okula giderken bi de dönerken otobüste elime aldığım çok zaman biliyorum. Dolayısıyla iyi yaptığın bi şeyi kabul etmek narsistlikse evet narsistim çünkü rehber öğretmenlik rolünü çok güzel oynuyorum.

Başka bi rolüm daha var. Evladım ben. Bir evin kızıyım. Seks yapmış bir çiftin ortaya koyduğu ürünüm. Onlar kendilerine anne ve baba diyorlar, ben de onların çocuğu oluyorum. Ben bu duruma daha duygusuz yaklaşıyorum. Birleşen sperm+yumurta=zigot->emriyo-> fetüs ve sonuç isimsiz zamansız bir nesne.. Ben demek gelmedi içimden. Ben... Kim derdi bi gün ben demek bu kadar zor olacak.. Kendimi nesne yapmak, kendini kabul etmekten daha kolay. 
Neyse role dönelim çocukluk rolüne.. Bu rolü ilk çocukluk ve ön ergenlik yıllarımda tam da beni üretenlerin istediği şekilde yerine getirdim. Sonra bu kadar yeter dedim galiba, artık onların onaylamadığı evlat rolünü aldım üzerime. Kendime yeni bi baba buldum, bu sefer ona tam olarak istediği evlat rolünü oynadım. İstediği evlat oldum biyolojik olmayan bi babanın. Bunu o zamanlar fark etmemiştim tabii, aradan yıllar geçince fark ettim. Rollerin karıştığının. Sonra yeniden eski babama döndüm ama olduramadım tam orayı. Bazı rollere çok alışmıştım ve artık rollerin revize olması gerekiyordu, burada bir rol karmaşası oldu tam olduramadım dediğim gibi. Ne diyor bu salak ne anlatıyor diyorsunuz biliyorum. Tam da anlatamıyorum, tam olduramadığımdan dolayı.
Neyse kapatabiliriz bunu. Çok yazılır bu konuda ama kapatmak istiyorum. Söylersem tükenecekmişim gibi, söylersem benden gidecekmiş gibi, söylersem sanki sen okuyan insan, öğrenirsen bunu her şey bozulacakmış gibi.

Rol işte o noktadayım. Ciddi değilim sallama fazla. Hastayım biraz ateşim var onun saçmalamasını yaşıyorum

Evet, sevgiliyim bir de. Bu rol zor ama altından kalkıyorum. Eğlenceliyim, boğmuyorum, rahatım, çok bi olmazım yok, kafa dengiyim bence. Biraz aksi ve huysuz olduğum zamanlarım oluyor evet ama genel olarak anlayışlı bi sevgili oluğumu düşünüyorum. Yani sevgililik rolünü 8/10 luk bir oranda yerine getirdiğimi söyleyebilirim. 

Arkadaş rolü de üzerimde. Olması gerektiği gibi, olması gerektiği kadar temasta kalıyorum arkadaşlarımla. Ortaokuldan liseden üniversiteden ve iş yerinden… Bunların haricinde eğitimler veya tatilden arkadaşlarım var, bir şekilde yollarımızın kesiştiği insanlar oldu ve bunların bir kısmı hayatımda varlıklarını korumakta. Ama bu varlıklara ince bi ayarla, ne kadar temas etmem gerekiyorsa o kadar ediyorum. Kimseyi boğmadan ama hayatımdan uzak tutmadan bu dengeyi kurabiliyorum. Çünkü benim kafamda arkadaşlık rolünün gerekleri bu, ben de bu ayarlamayı yapıyorum. 

Neyse sırasıyla ikiz kardeş, normal kardeş ve öğrencilik rollerinden de bahsedecektim ama sıkıldım. Sanırım blog yazarı olma rolü konusunda pek iyi değilim.


              

Varmak istediğim nokta şu aslında. Hayatımda her şey bir oyun. Ben her an başka bi role giriyorum ve bu rollerin bazılarını hakkıyla oynuyorum, bazılarından sadece geçer not alıyorum.
Hayatın bi oyun olması gerçekten güzel midir bilmiyorum, ne yapmam gerektiğini kim belirledi bilmiyorum. Bu rolleri bazen kafama göre oynasam da kuralları belli olan roller var. Ve bu kurallar bana yol göstermek ve işimi kolaylaştırmakla beraber kim koydu lan bu kuralı, buna uymasam ne olur diye de düşündürüyor isyan edip kuralları çiğnemek istiyorum ve bu sefer kuralları çiğneyen ergen rolünü oynuyorum.
Bitmeyen, perde yapmayan bi oyun bu. Sezonu yok. Zamansız, aynı yaşım gibi. Perdesiz oyunlar. Bi gün perde alacak ve o zaman ayakta alkış mı alacağım yoksa olumsuz eleştirilerle dolu daha oyun bitmeden seyircilerin oyunu terk ettiği bi oyun mu sergileyeceğim bilmiyorum.
Yoruluyorum ama bu oyundan.
Neden bu oyunu oynadığımı da bilmiyorum. Bu oyunun amacı ne bilmiyorum. Hani bu kitap bu cümleyi söylemek için yazılmıştır geyiği var ya bu oyun hangi cümleyi göstermek için oynanmıştır bilmiyorum. Oyun bittikten sonra ben de hatırladığım kadarıyla değerlendireceğim. Oyunu hatırlamak için de işte böyle notlar alıyorum arada. 

Bakmayın bu kadar metaforlarla konuştuğuma, yok hayat bi oyunmuş da ben de her yerde başka rolleri oynuyormuşum, yok perde diyecekmiş falan. Ben hala içten içe serçelerin büyüdüğünde güvercin olacaklarında inanıyorum.

Öyle yani. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder