Adım yok benim.
Kaç yaşındayım bilmiyorum.
Dünya kaç yaşında onu bilmediğimden belki.
Yazasım geldi birden. Sessiz sakin bi yazış olsun istiyorum.
Parmaklarımın serbestliğine, kafamın boşluğu aksın, bu satırlara
yansısın istiyorum. Neyi ne kadar beceririm bilmiyorum. Kulaklarımda
müzik var. Buğulu bir Cengiz Özkan sesi, elif dedim diyor, elifim noktalandı az
derdim çoklandı, yetiş anam yetiş babam, amman ah mezarım tahtalandı...
Nasıl aşık olmuş insanlar birbirine, ne türküler yakılmış... Daha
bilmediğimiz, bize ulaşamayan ne hikayeler var kim bilir.
İsimler ne güzel, Elif ne güzel, Zeynep ne güzel, al Fadime'm ne
güzel...
Ya benim ismim...
İsmimi bilmem ben, herkes kendince bi şekilde çağırır bi şey
söyler. Nerede hangi isim lazımsa onu kullanırım.
İsmime yakılmış türkü yok. Ne zeynep ne Elif ne Suzan
Suzi...
Kimse bi şiire bi şarkıya almadı beni. Gerçi ben de girmek ister
miydim bilmiyorum. Ben en son neyi istediğimi hatırlamıyorum. Pek çok şey
yaşıyorum her şey isteğim dışında ve olması gerektiği içinmiş gibi geliyor.
Evet ben isimsiz zamansız biriyim.
Çeşitli rollerim var. Öğretmenim mesela, rehber öğretmen
psikolojik danışman. Yapmam gereken işler var çünkü karşılığında para
kazanıyorum. O işi mümkün olan en iyi şekilde yapıyorum. İnsanlar çalıştığımı
görüyor gerçekten. Bir sürü insan onların gördüğü en iyi, en çalışkan rehber
öğretmen olduğumu iddia ediyor. Evet, bu onların gözü bilemem doğru mu ama o
okuldaki rolüm rehber öğretmenlikse onu en iyi şekilde yapmak benim görevim,
içsel görevim. O rolün gerektirdiği çalışmaları yapıyorum aslında, rolümün
hakkını veriyorum. O rolü muhtemelen o okulda benden iyi oynayacak pek insan
yoktur. Narsistik kabarma diyebilirsiniz isterseniz buna ama ben realizm
diyorum zira ben telefonu bi okula giderken bi de dönerken otobüste elime
aldığım çok zaman biliyorum. Dolayısıyla iyi yaptığın bi şeyi kabul etmek
narsistlikse evet narsistim çünkü rehber öğretmenlik rolünü çok güzel
oynuyorum.
Başka bi rolüm daha var. Evladım ben. Bir evin kızıyım. Seks
yapmış bir çiftin ortaya koyduğu ürünüm. Onlar kendilerine anne ve baba
diyorlar, ben de onların çocuğu oluyorum. Ben bu duruma daha duygusuz
yaklaşıyorum. Birleşen sperm+yumurta=zigot->emriyo-> fetüs ve sonuç
isimsiz zamansız bir nesne.. Ben demek gelmedi içimden. Ben... Kim derdi bi gün
ben demek bu kadar zor olacak.. Kendimi nesne yapmak, kendini kabul etmekten
daha kolay.
Neyse role dönelim çocukluk rolüne.. Bu rolü ilk çocukluk ve ön
ergenlik yıllarımda tam da beni üretenlerin istediği şekilde yerine getirdim.
Sonra bu kadar yeter dedim galiba, artık onların onaylamadığı evlat rolünü
aldım üzerime. Kendime yeni bi baba buldum, bu sefer ona tam olarak istediği
evlat rolünü oynadım. İstediği evlat oldum biyolojik olmayan bi babanın. Bunu o
zamanlar fark etmemiştim tabii, aradan yıllar geçince fark ettim. Rollerin
karıştığının. Sonra yeniden eski babama döndüm ama olduramadım tam orayı. Bazı
rollere çok alışmıştım ve artık rollerin revize olması gerekiyordu, burada bir rol
karmaşası oldu tam olduramadım dediğim gibi. Ne diyor bu salak ne anlatıyor
diyorsunuz biliyorum. Tam da anlatamıyorum, tam olduramadığımdan dolayı.
Neyse kapatabiliriz bunu. Çok yazılır bu konuda ama kapatmak
istiyorum. Söylersem tükenecekmişim gibi, söylersem benden gidecekmiş gibi,
söylersem sanki sen okuyan insan, öğrenirsen bunu her şey bozulacakmış gibi.
Rol işte o noktadayım. Ciddi değilim sallama fazla. Hastayım biraz
ateşim var onun saçmalamasını yaşıyorum
Evet, sevgiliyim bir de. Bu rol zor ama altından kalkıyorum. Eğlenceliyim,
boğmuyorum, rahatım, çok bi olmazım yok, kafa dengiyim bence. Biraz aksi ve
huysuz olduğum zamanlarım oluyor evet ama genel olarak anlayışlı bi sevgili
oluğumu düşünüyorum. Yani sevgililik rolünü 8/10 luk bir oranda yerine
getirdiğimi söyleyebilirim.
Arkadaş rolü de üzerimde. Olması gerektiği gibi, olması gerektiği
kadar temasta kalıyorum arkadaşlarımla. Ortaokuldan liseden üniversiteden ve iş
yerinden… Bunların haricinde eğitimler veya tatilden arkadaşlarım var, bir
şekilde yollarımızın kesiştiği insanlar oldu ve bunların bir kısmı hayatımda
varlıklarını korumakta. Ama bu varlıklara ince bi ayarla, ne kadar temas etmem
gerekiyorsa o kadar ediyorum. Kimseyi boğmadan ama hayatımdan uzak tutmadan bu
dengeyi kurabiliyorum. Çünkü benim kafamda arkadaşlık rolünün gerekleri bu, ben
de bu ayarlamayı yapıyorum.
Neyse sırasıyla ikiz kardeş, normal kardeş ve öğrencilik
rollerinden de bahsedecektim ama sıkıldım. Sanırım blog yazarı olma rolü
konusunda pek iyi değilim.
Varmak istediğim nokta şu aslında. Hayatımda her şey bir oyun. Ben
her an başka bi role giriyorum ve bu rollerin bazılarını hakkıyla oynuyorum,
bazılarından sadece geçer not alıyorum.
Hayatın bi oyun olması gerçekten güzel midir bilmiyorum, ne yapmam
gerektiğini kim belirledi bilmiyorum. Bu rolleri bazen kafama göre oynasam da
kuralları belli olan roller var. Ve bu kurallar bana yol göstermek ve işimi
kolaylaştırmakla beraber kim koydu lan bu kuralı, buna uymasam ne olur diye de düşündürüyor
isyan edip kuralları çiğnemek istiyorum ve bu sefer kuralları çiğneyen ergen
rolünü oynuyorum.
Bitmeyen, perde yapmayan bi oyun bu. Sezonu yok. Zamansız, aynı
yaşım gibi. Perdesiz oyunlar. Bi gün perde alacak ve o zaman ayakta alkış mı
alacağım yoksa olumsuz eleştirilerle dolu daha oyun bitmeden seyircilerin oyunu
terk ettiği bi oyun mu sergileyeceğim bilmiyorum.
Yoruluyorum ama bu oyundan.
Neden bu oyunu oynadığımı da bilmiyorum. Bu oyunun amacı ne
bilmiyorum. Hani bu kitap bu cümleyi söylemek için yazılmıştır geyiği var ya bu
oyun hangi cümleyi göstermek için oynanmıştır bilmiyorum. Oyun bittikten sonra
ben de hatırladığım kadarıyla değerlendireceğim. Oyunu hatırlamak için de işte
böyle notlar alıyorum arada.
Bakmayın bu kadar metaforlarla konuştuğuma, yok hayat bi oyunmuş
da ben de her yerde başka rolleri oynuyormuşum, yok perde diyecekmiş falan. Ben
hala içten içe serçelerin büyüdüğünde güvercin olacaklarında inanıyorum.
Öyle yani.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder