27 Aralık 2015 Pazar

Alacakaranlık





olmaz ol alacakaranlık! 
yerin dibine bat alacakaranlık! 
evin ocağın sönsün alacakaranlık! 
onulmaz dertlere düşesin de sürüm sürüm sürünesin alacakaranlık! 
dilerim, ettiğini bulasın, kan kusasın... 
sancıdan, sızıdan inliyesin! 
canalıcıya can vermiyesin. 

alacakaranlık, ne karanlıktır, ne aydınlıktır; ikisi ortası, aydınlıktan uzak, daha çok karanlığa yakın. 
alacakaranlık bir kandırmacadır, aldatmacadır, yutturmacadır, oyalama, gözboyamadır. 
karanlık, gecedir, her gecenin de bir sabahı olur. 
ama alacakaranlıkların hiç yoktur sabahı, bir sürüncemedir, sürer gider... 
ne aydınlık, ne karanlık... 
varsa da yok... 
yoksa da var... 
var gibi de yok, 
yok gibi de yine var...

kanunlar hem var, hem yok... 
kimine var, kimine yok. 
kimi zaman var, kimi zaman yok. 
kimi yerde var, kimi yerde yok. 
insan hakları, hani varımsı da yokumtrak...
demokrasi; demokrasisimsi...
sosyal adalet; sosyal adaletimsi...

varımtrak yokumsu... 
tatlımtrak acımsı... 
salımtrak ama çarşambamsı... 
batılımsı da doğulumtrak... 
ilerimsi de biraz gerimtrak...

alacakaranlık, insanlara karanlığın aydınlıktır diye yutturulmasıdır: karanlığımsı da aydınlığımtrak... 
karanlık, aydınlığın düşmanıdır. 
alacakaranlık, hiçbir şeyin ne dostu, ne de düşmanıdır. 
alacakaranlık ne tezdir, ne antitezdir, ne sentezdir. 
o, allahın belası pis bir şeydir.

olmaz ol alacakaranlık! 
başın kelola! 
gözün körola! 
yerin dibine bat da bir daha çıkma!
gel ey aydınlık, gel!

aziz nesin

Maskeli Balo

Adım yok benim.
Kaç yaşındayım bilmiyorum. 
Dünya kaç yaşında onu bilmediğimden belki. 
Yazasım geldi birden. Sessiz sakin bi yazış olsun istiyorum. 
Parmaklarımın serbestliğine, kafamın boşluğu aksın, bu satırlara yansısın istiyorum.  Neyi ne kadar beceririm bilmiyorum. Kulaklarımda müzik var. Buğulu bir Cengiz Özkan sesi, elif dedim diyor, elifim noktalandı az derdim çoklandı, yetiş anam yetiş babam, amman ah mezarım tahtalandı... 
Nasıl aşık olmuş insanlar birbirine, ne türküler yakılmış... Daha bilmediğimiz, bize ulaşamayan ne hikayeler var kim bilir. 
İsimler ne güzel, Elif ne güzel, Zeynep ne güzel, al Fadime'm ne güzel...
Ya benim ismim... 
İsmimi bilmem ben, herkes kendince bi şekilde çağırır bi şey söyler. Nerede hangi isim lazımsa onu kullanırım.
İsmime yakılmış türkü yok. Ne zeynep ne Elif ne Suzan Suzi... 
Kimse bi şiire bi şarkıya almadı beni. Gerçi ben de girmek ister miydim bilmiyorum. Ben en son neyi istediğimi hatırlamıyorum. Pek çok şey yaşıyorum her şey isteğim dışında ve olması gerektiği içinmiş gibi geliyor. 



Evet ben isimsiz zamansız biriyim. 
Çeşitli rollerim var. Öğretmenim mesela, rehber öğretmen psikolojik danışman. Yapmam gereken işler var çünkü karşılığında para kazanıyorum. O işi mümkün olan en iyi şekilde yapıyorum. İnsanlar çalıştığımı görüyor gerçekten. Bir sürü insan onların gördüğü en iyi, en çalışkan rehber öğretmen olduğumu iddia ediyor. Evet, bu onların gözü bilemem doğru mu ama o okuldaki rolüm rehber öğretmenlikse onu en iyi şekilde yapmak benim görevim, içsel görevim. O rolün gerektirdiği çalışmaları yapıyorum aslında, rolümün hakkını veriyorum. O rolü muhtemelen o okulda benden iyi oynayacak pek insan yoktur. Narsistik kabarma diyebilirsiniz isterseniz buna ama ben realizm diyorum zira ben telefonu bi okula giderken bi de dönerken otobüste elime aldığım çok zaman biliyorum. Dolayısıyla iyi yaptığın bi şeyi kabul etmek narsistlikse evet narsistim çünkü rehber öğretmenlik rolünü çok güzel oynuyorum.

Başka bi rolüm daha var. Evladım ben. Bir evin kızıyım. Seks yapmış bir çiftin ortaya koyduğu ürünüm. Onlar kendilerine anne ve baba diyorlar, ben de onların çocuğu oluyorum. Ben bu duruma daha duygusuz yaklaşıyorum. Birleşen sperm+yumurta=zigot->emriyo-> fetüs ve sonuç isimsiz zamansız bir nesne.. Ben demek gelmedi içimden. Ben... Kim derdi bi gün ben demek bu kadar zor olacak.. Kendimi nesne yapmak, kendini kabul etmekten daha kolay. 
Neyse role dönelim çocukluk rolüne.. Bu rolü ilk çocukluk ve ön ergenlik yıllarımda tam da beni üretenlerin istediği şekilde yerine getirdim. Sonra bu kadar yeter dedim galiba, artık onların onaylamadığı evlat rolünü aldım üzerime. Kendime yeni bi baba buldum, bu sefer ona tam olarak istediği evlat rolünü oynadım. İstediği evlat oldum biyolojik olmayan bi babanın. Bunu o zamanlar fark etmemiştim tabii, aradan yıllar geçince fark ettim. Rollerin karıştığının. Sonra yeniden eski babama döndüm ama olduramadım tam orayı. Bazı rollere çok alışmıştım ve artık rollerin revize olması gerekiyordu, burada bir rol karmaşası oldu tam olduramadım dediğim gibi. Ne diyor bu salak ne anlatıyor diyorsunuz biliyorum. Tam da anlatamıyorum, tam olduramadığımdan dolayı.
Neyse kapatabiliriz bunu. Çok yazılır bu konuda ama kapatmak istiyorum. Söylersem tükenecekmişim gibi, söylersem benden gidecekmiş gibi, söylersem sanki sen okuyan insan, öğrenirsen bunu her şey bozulacakmış gibi.

Rol işte o noktadayım. Ciddi değilim sallama fazla. Hastayım biraz ateşim var onun saçmalamasını yaşıyorum

Evet, sevgiliyim bir de. Bu rol zor ama altından kalkıyorum. Eğlenceliyim, boğmuyorum, rahatım, çok bi olmazım yok, kafa dengiyim bence. Biraz aksi ve huysuz olduğum zamanlarım oluyor evet ama genel olarak anlayışlı bi sevgili oluğumu düşünüyorum. Yani sevgililik rolünü 8/10 luk bir oranda yerine getirdiğimi söyleyebilirim. 

Arkadaş rolü de üzerimde. Olması gerektiği gibi, olması gerektiği kadar temasta kalıyorum arkadaşlarımla. Ortaokuldan liseden üniversiteden ve iş yerinden… Bunların haricinde eğitimler veya tatilden arkadaşlarım var, bir şekilde yollarımızın kesiştiği insanlar oldu ve bunların bir kısmı hayatımda varlıklarını korumakta. Ama bu varlıklara ince bi ayarla, ne kadar temas etmem gerekiyorsa o kadar ediyorum. Kimseyi boğmadan ama hayatımdan uzak tutmadan bu dengeyi kurabiliyorum. Çünkü benim kafamda arkadaşlık rolünün gerekleri bu, ben de bu ayarlamayı yapıyorum. 

Neyse sırasıyla ikiz kardeş, normal kardeş ve öğrencilik rollerinden de bahsedecektim ama sıkıldım. Sanırım blog yazarı olma rolü konusunda pek iyi değilim.


              

Varmak istediğim nokta şu aslında. Hayatımda her şey bir oyun. Ben her an başka bi role giriyorum ve bu rollerin bazılarını hakkıyla oynuyorum, bazılarından sadece geçer not alıyorum.
Hayatın bi oyun olması gerçekten güzel midir bilmiyorum, ne yapmam gerektiğini kim belirledi bilmiyorum. Bu rolleri bazen kafama göre oynasam da kuralları belli olan roller var. Ve bu kurallar bana yol göstermek ve işimi kolaylaştırmakla beraber kim koydu lan bu kuralı, buna uymasam ne olur diye de düşündürüyor isyan edip kuralları çiğnemek istiyorum ve bu sefer kuralları çiğneyen ergen rolünü oynuyorum.
Bitmeyen, perde yapmayan bi oyun bu. Sezonu yok. Zamansız, aynı yaşım gibi. Perdesiz oyunlar. Bi gün perde alacak ve o zaman ayakta alkış mı alacağım yoksa olumsuz eleştirilerle dolu daha oyun bitmeden seyircilerin oyunu terk ettiği bi oyun mu sergileyeceğim bilmiyorum.
Yoruluyorum ama bu oyundan.
Neden bu oyunu oynadığımı da bilmiyorum. Bu oyunun amacı ne bilmiyorum. Hani bu kitap bu cümleyi söylemek için yazılmıştır geyiği var ya bu oyun hangi cümleyi göstermek için oynanmıştır bilmiyorum. Oyun bittikten sonra ben de hatırladığım kadarıyla değerlendireceğim. Oyunu hatırlamak için de işte böyle notlar alıyorum arada. 

Bakmayın bu kadar metaforlarla konuştuğuma, yok hayat bi oyunmuş da ben de her yerde başka rolleri oynuyormuşum, yok perde diyecekmiş falan. Ben hala içten içe serçelerin büyüdüğünde güvercin olacaklarında inanıyorum.

Öyle yani. 


23 Aralık 2015 Çarşamba

Kaos Teorisi ve Nesne İlişkileri

Sizle Tahir Özakkaş hocamızdan gelen bi maili paylaşıyorum. Okursanız güzel olur.


10 
Kaos Teorisi ve Nesne İlişkileri: Bireysel Psikanalizden Bir Örnek 

Analizle geçen iki yılın ardından, Celia King şunları ifade ederek yeni bir seansa başladı: “Bana olanlara inanamıyorum. Her işi berbat etmeyen biri olduğumu düşünüyorum ama birden bire Calamity Jane’e dönüştüğümü hissediyorum. Arabamı garajda bir direğe sürttüm, buzdolabından bir şey alırken üzerime yağ döktüm. Başım ağrıyor. Hiçbir şeyi doğru yapamıyorum. Analizden önce mutsuzdum ama kim olduğumu biliyordum. Şimdi kim olduğumu veya ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.”
Hastaların çoğu, kendileri hakkında ne kadar çok şey keşfederlerse kendilerini o kadar kaybolmuş hissettiklerini düşünüyorlar. Öncelikle, kendi hayatlarını organize ettikleri gibi, tedaviyi de belli kalıplar halinde organize etmekle başlıyorlar ancak tek buldukları şey tedavinin beklenmedik sonuçlarının kendilerini karmaşaya sürüklemesi oluyor. Kafaları daha fazla karışıyor. İçsel türbülans hiç hoş karşılanmamakla beraber yeni ihtimaller doğuruyor. 
Bu bölümde, deterministik kaos teorisinin (karmaşıklık teorisi, dinamik sistemler teorisi ve kendi kendini örgütleyen sistemler teorisi olarak anılan diğer teorilerle aynı gruptadır) tedavi süreci içerisinde ortaya çıkan içsel karmaşanın yeni ihtimaller sunduğunu düşünmemiz için yeni bir paradigma ortaya koyduğunu göstermeye çalışacağız. Bu amaçla, kaos teorisinin öğelerini tanıtıp bu öğeleri nesne ilişkileri teorisi ve pratiğindeki kavramlara uygulayacağız: Fairbairn’in ikincil benliğe (subsidairy ego) ait dinamik bir sistem olarak kendilik teorisi ve bölme ve bastırma ile gelişen içsel nesne ilişkileri; Melanie Klein’ın (Klein 1946; Segal 1963; J. Scharff 1992) konumlar üzerine ve yansıtmalı ve içe yansıtmalı özdeşim üzerine düşünceleri; Winnicott’un (1963) çevre anne kavramı ve geçişsel mekana ait nesne-anne kavramları; Ogden’nin (1994) analitik üçüncüsü; Bion’un (1970) kapsayıcı/kapsanan üzerine yansıtmalı özdeşim uygulaması ve analistin hafıza ve arzudan sakınması gerektiği önerisi ışığında aktarım ve karşı aktarımın klinik uygulaması; yorumlamanın rolü; Sutherland'in (J. Scharff 1994), kendi kendini örgütleyen sistem olarak kendilik kavramı; Fairbain’in (1958) psikanalitik tedavi etkisinin temel olarak terapi ilişkisinin özelliklerine bağlı olduğuna dair aksiyomu. Kaos teorisi, kişilikteki, terapi süreci ve sosyal sistemler için farklı büyüklük seviyelerinde örüntü benzerliklerini açıklar; psişik anlamların mutlak olmadığı çünkü her zaman yorumlayıcının bakış açısına dayandığını söyleyen postmodern önerme için bilimsel izah ortaya koyar. 

Kaos teorisi, dinamik kendi kendini örgütleyen sistemleri niteleyen lineer olmayan denklemlerin incelenmesinden türetilmiştir. 1970’lerde birikmeye başlayan bulgular 1980’lerde popüler hale gelmiştir (Gleick 1987; Briggs 1992). 1990’larda psikoloji ve psikanaliz üzerine yazan yazarlar, kaos teorisinin bilinç dışı süreci, benlik gelişimini ve terapide yaşanan etkileşimi anlamadaki değerini keşfetmeye başlamışlardır (Spruiell 1993; Galatzer-Levy 1995; Ghent 2000; Levenson 1994; Masterpasqua and Perna 1997; Palombo 1999; Piers 2000; Quinodoz 1995; Scharff and Scharff 1998; van Eenwyck 1997). 

Sutherland, kendiliği, karmaşık bir kendi kendini örgütleyen sistem (J.Scharff 1994) olarak ifade ettiğinde, hipotezine uygulanabilecek bir bilimsel çerçeve henüz tanınmıyordu. Günümüzde bireysel psişik örgütlenmeyi ve ikili kişilikleri, grup kişiliklerini ve kurumsal kişilikleri daha ileri seviyede anlamamızı sağlayan rastgele olmayan kaos teorisine erişimi yoktu. 


Kaos Teorisinin Prensipleri


Rölativite teorisi ve Hegelci felsefenin, yirminci yüzyıl ortalarında psikanalize yeni bir perspektif kazandırmış olması gibi, kaos teorisi de psikolojik ve psikanalitik olarak farklı bakış açıları öneren yapı çözüm ve postmodernizmin temelini oluşturmuştur (Birtles 2002). Kaos teorisi, daha önce çözülememiş olan lineer olmayan matematiksel denklemlerin çözümü için yapılan çalışmalar ile yeni bir çalışma alanı olan, fraktal geometri olarak da bilinen, Non-Euclid geometri ile ilgili çalışmalardan türemiştir (Gleick 1987; Briggs 1992). Bu bölümde kaos teorisinin bazı seçilmiş prensiplerini tanımlayacağız (Tablo 10.1). Bir sonraki bölümde ise, psikanalitik durum ile ilgisini göstereceğiz.

 
Tablo 10.1 Kaos Teorisinin Seçilmiş Prensipleri


Yinelemeli (iterasyonlu) bir denklem, karmaşık bir sistem içerisinde aralıksız devam eden bir geri bildirim işleminin matematiksel tanımıdır.


Karmaşık, lineer olmayan sistemler başlangıç şartlarına hassas bir şekilde bağlı oldukları için tahmin imkansızdır. 
Karmaşık dinamik sistemler kaotik ve tahmin edilemez olup rastgele olmayan bir kaos içerisinde yarattıkları örüntü fark edilebilir. 


Kaotik sistemler kendi kendini örgütleme eğilimine sahiptir.  


Lineer olmayan dinamik sistemler, farklı büyüklük seviyelerinde incelendiklerinde kendi kendilerine benzerlik gösterirler. Bu olgu, fraktal ölçeklendirme olarak adlandırılır. 


Çelişkili bir biçimde de olsa, çekim merkezleri bir sistem şeklinde örgütlenirler. Ayrıca, özelliğini belirledikleri sistemin hareketi sonucunda da oluşabilirler. Çekim merkezlerinin üç ana çeşidi mevcuttur: sabit çekim merkezleri, sınırlı döngü çekim merkezleri ve yabancı çekim merkezleri.


Bir sistem kaotik ise küçük bir sarsıntı çok büyük örüntü değişikliklerine sebep olabilir. Fakat bunların etkisi ‘çekim merkezi havzasında’ azalma eğilimindedir. 
Biyolojide, rastgele olmayan kaotik ritimler yüksek bir adapte olma özelliğine sahiptir. Görece sabit ritimler patoloji veya adaptasyon kapasitesinde azalma işaretidir. 

Dinamik Sistemlerin Özellikleri Sürekli Geri Bildirim ile Belirlenir

Yinelemeli bir denklem, bir sistem içerisinde aralıksız devam eden bir geri bildirim işleminin temelini oluşturur. ‘X’in bilinmeyen olduğu yinelemeli bir cebirsel denklemde, denklem çözülür ve bulunan cevap bir sonraki başlangıç noktası olarak alınır. Örneğin, X2 + 0.0001 = Y denklemi çözülür. Y, yeni Z haline gelir ve denklem yeniden çözülür: y2 + 0.0001 = Z. Bunun gibi bir yinelemeli sistem, bir sonraki döngüye her zaman önceki döngünün sonucu ile belirlenen noktada başlar. 

Tüm biyolojik yaşam sistemleri yinelemeli sistemler olarak çalışır. Bireysel olarak, topluluk olarak, tüm insan türü olarak, her ana, o ana kadar varmış olduğumuz noktadan başlarız ve bir sonraki adım için aynı denklemi kullanırız. O ana kadarki her şeyin toplamı olan yeni bir X ile başlarız. Örneğin her analitik seansta, analitik ikili, hasta ve analistin önceki seanslarındaki deneyimin toplamı olan bir X ile başlar.  

Başlangıç Koşullarına Hassas Bağlılık
Psikanalitik süreçte yineleme işleminin bir örneği, analist, analiz edilenin bir düşüncesini tekrar ederek denklemi henüz ulaşılmış olan noktada yeniden başladığında gerçekleşir. Analist, fark etmeden ses tonundaki veya kullandığı kelimelerdeki değişim ile ister istemez bir sonraki yineleme için küçük farklar yaratır. Edward Lorenz, karmaşık hava sistemlerinin bilgisayar simülasyonlarında başlangıç koşullarındaki küçük farklılıkların öngörülemeyen sonuçlar yarattığını keşfetmiştir. Teorik olarak, bir kelebeğin Brezilya’da bir kez kanat çırpması küçük bir akım yaratabilir ve bu akım öngörülemez bir biçimde büyüyerek Texas’ta bir kasırgaya dönüşebilir; bu nedenle ismi ‘kelebek prensibi’dir (Gleick 1987). Karmaşık sistemlerde, fark etmesi bile imkansız farklılıkların nasıl bir fark yaratacağını bilmek imkansızdır. İnsanlar, başlangıç koşullarına karşı hayat boyu hassastırlar. Nörobiyolojik olaylarda ve yapıda, ebeveyn-çocuk faktörlerinin, okulun, tesadüfi konuşmaların ve travmaların beklenenin ötesinde etkileri mevcuttur. Psikoterapide, terapistin dinlemesindeki veya terapistin zaman içerisinde ister istemez değişen ses tonundaki küçük farklılar, sonraki yinelemelerde belirgin farklara neden olur. Küçük kademeli farklılıklar zaman içerisinde büyük etkiler yaratır.

Tahmin edilemezlik

Psikanaliz, periyodik olarak, gelişimin ya da tedavinin sonuçlarını tahmin edemiyor oluşu ile eleştirilmektedir. Kaos teorisi, nasıl daha çok bilebileceğimizi ve yine de tahmin etmemizin nasıl mümkün olmadığını açıklama konusunda yardımcı olmaktadır. Yüz yıl önce, matematikçi Poincare iki gök cisminin birbiri üzerindeki etkisini matematiksel olarak neredeyse belirleyebileceğini ancak üçüncü bir cisim işin içine girdiğinde, sonuçları tahmin etmenin artık imkansız olduğunu bulmuştur (Gleick 1987). Benzer şekilde, kişilik gelişimi ya da ailelerde aile etkileşimi gibi çok değişkenli sistemleri tahmin edemeyiz ancak genellikle karmaşık örüntüleri tanıyabilme yeteneğimiz sayesinde bunları geriye dönük baktığımızda anlayabiliriz. 

Kaotik sistemler kendi kendini örgütleme eğilimine sahiptir

Kaos teorisi, kendi kendini örgütleyen sistemlerin (self-organizing systems) görünüşte rastgele olan kaotik örüntülerden örgütlendiklerini göstermiştir (Briggs 1992). Karmaşık denklemler milyonlarca kez yinelendiğinde ve çözümlerin grafiği evre uzayında -sistemin faaliyetinin kaydedildiği matematiksel uzayda– çizildiğinde, çözümler başlangıçta tanımlanabilir bir eğri oluşturabilir. Daha sonra eğri, eyer noktası denen bir noktada bölünür: iki çözüm grubu bir ikileme, yani eyer eğrisi oluşturur. Yinelemeler devam ettikçe, ikilenen eğriler başka eyer noktaları oluşturur, ta ki ikilenen periyotların oluşturduğu basamaklanma, örüntüyü rastgele görünümlü bir kaosa çevirene kadar. Birbirini takip eden çözümler tahmin edilemez bir hal alır. Ancak yinelemeye ve grafik çizilmeye devam edilirse, kaosun içinde aniden orijinal örüntüyü andıran bir bir örüntü ortaya çıkar. Kaos ve form arasında birbirbirini izleme durumu oluşur. 

Psikoterapide, periyot ikilenmelerinin ve basamaklanmaların kaosa girme veya kaostan çıkma şeklindeki doğal sonuçlarını görürüz. Bir hastanın ruh hali bir durumun memnun edici veya can sıkıcı olarak görülmesini belirlediği zaman, aynı duruma iki farklı yorumlama yapılabilir (veya çözüm bulunabilir). Hangi çözümün veya yorumlamanın baskın olduğu duruma eşlik eden duygusal atmosfere bağlıdır. Bunlar birbirini izleyerek değiştiğinde, bu gibi olayların anlamı hakkında hastanın kafası karışabilir (kaosa sürüklenebilir), ve hasta ancak pozitif ve negatif yönde yorumlamaların eski benzer birbiriyle yer değişimine geri dönerek bu kafa karışıklığından kurtulabilir. 

Mrs. King analize, idealleştirilmiş bir hayat görüşü ile geldi. Oldukça yetenekli biriydi ve diğerlerine bencillikten uzak bir şekilde hizmet ediyordu. İmrenilecek bir hayatı vardı. Bu resim, kendisinin de pek farkında olmadığı içsel bir boşluğu ve sıkıntıyı gizlemeye hizmet ediyordu: diğer herkes ondan önce geliyordu. Başkalarının ihtiyaçlarına boyun eğmesi sözle dile getirilemeyen bir kızgınlığı maskeliyordu. Kaos teorisi açısından, hayat denkleminin iki çözümü vardı: boş, sözle dile getirilemeyen, derinlere gömülmüş sıkıntı ve kızgınlık ve bunun alternatifi olan görünürdeki neşeli, idealist, uyumlu kişi. Analizde, hikayesinin yinelemeleri analistin geri bildirimi ile birleşince, günlük denkleminin bastırılmış ‘çözümünü’ yavaş yavaş görmeye başladı. Bu rahatsız edici farkındalıktan kaynaklanan sarsıntı ilk önce günlük deneyiminin bu iki farklı anlamı arasında bir gelgite daha sonra da katlanarak artıp kafa karışıklığı ve duygusal kaosa neden oldu. Artık kim olduğunu bilmiyordu. Kaos içerisinde kaybolmuşluk hissini aşina olduğu örüntüye dönerek periyodik olarak çözebilecekti. Hayatının ideal bakış açısını yeniden inşa etmeyi tercih etti ancak biri onu hayal kırıklığına uğrattığında, kızgınlık ve öfke de eskisine göre daha görünür halde ortaya çıkmaya başladı. 

Lineer olmayan dinamik sistemler, farklı büyüklük seviyelerinde incelendiklerinde kendi kendilerine benzerlik gösterirler. Bu olgu, fraktal ölçeklendirme olarak adlandırılır.

Yineleme uygulandığı zaman lineer olmayan denklemler bilgisayar vasıtasıyla grafiğe dönüştürülür. Farklı büyüklük ölçeklerinde kendi kendine benzediği görülür. Bu özellik Bernard Mendelbrot tarafından “fraktal ölçeklendirme” (Gleick 1987) olarak adlandırılmıştır. Fraktal, farklı ölçek seviyelerindeki benzer örüntüdür – yani dinamik bir sistemin ‘ayak izidir’. Kaosun matematiği, formüllere kıyasla fraktallerin doğal geometrik görüntüleri ile daha kolay görselleştirilebilir. Fraktaller doğanın ve sanatın her yerinde bulunurlar. Dallanan damarların oluşturduğu yaprağa benzer örüntü daha büyük ölçekte yaprağın kendi şekline benzer, yine yaprakların ince dallarda oluşturduğu örüntüye, ince dalların büyük dallardaki, ve ağaçların ormandaki örüntüsüne de benzer. Sinirlerin, damar ve arterlerin daha küçük birimlere dallanıp budaklanması fraktal ölçeklendirmeyi gösterir. Sanatta, farklı ölçeklerdeki kendi kendine benzeyen fraktal örüntüler estetik olarak en tatmin edici görselleri oluştururlar – örneğin Paris Opera binasının cephe dekorasyon detayı genel mimari yapısı ile örtüşür. Analizde de, Glatzer-Levy (1995) göstemiştir ki hastaların konuşma örüntüleri, seans yapısı ve kişilik yapısı arasında fraktal benzerlik mevcuttur ve aynı zamanda herhangi bir seanstaki işlem ile tedavinin genel şekli arasında da benzerlik bulunur.  
Evre uzayında grafiği çizildiğinde, ‘Çekim Merkezleri’ Bir Sistem Formunu Yansıtırlar 
‘Sabit çekim merkezi’, yer çekiminin etkisindeki bir sarkacın yöneldiği örüntüye benzer bir noktadır. Sarkaç salındıkça, oluşturduğu eğri, sonunda duracağı noktayı merkez alarak çiziliyormuş gibidir. 
‘Sınırlı döngü çekim merkezi’, içerisinde hareketin oluştuğu evre uzaydaki tüm noktaları kapsayan sabit bir örüntüdür. Elektrikle çalışan bir sarkacın oluşturduğu eğri basit bir sınırlı döngü çekim merkezidir. Klinik anlamda, donmuş, kapsüllenmiş, zamanı durduran travma olgusu sınırlı döngü çekim merkezi olarak davranır. 

‘Yabancı çekim merkezi’, rastgele, tekrar etmeyen noktalardan oluşan bir örüntüdür. Gök cisimlerinin hareketinde ve biyolojik ritimlerde görülür. Her ne kadar denklemlerde ve nesnelerin hareketinde bir örüntü mevcut ise de hareketin evre uzaydaki kesin konumu tekrar etmez. Çelişkili bir biçimde yabancı çekim merkezlerinin tahmin edilebilir bir genel biçimi vardır. Fakat bu biçim tahmin edilemeyen detaylardan oluşmaktadır (Briggs 1992). Genel örüntünün fraktalleri gibi daha büyük örüntünün yakınında ve içinde bulunan küçük burgaçları olan bir anafor örüntüsü yabancı çekim merkezi için verilebilecek iyi bir görsel örnektir. 
Yabancı çekim merkezi sistemini örgütlüyor gibi görünür, ancak çekim merkezi, gerçekte, parçası olduğu sistem tarafından üretilir. Yabancı çekim merkezlerinin bu nitelikleri insan gelişimini anlamamız için faydalıdır. Örneğin, bir çocuğun beyni ebeveynleri ile arasındaki tekrar eden etkileşim ile örgütlenir (Schore 1997). Çocuk-anne etkileşimini örgütleyen çekim merkezleri bu etkileşim tarafından oluşturulur ve aynı zamanda bu etkileşimi etkiler. Kati sekanslar tekrar etmese de, örüntüler hem anne hem de çocuk tarafından tanınır ve araştırmacılar tarafından ölçülebilir. Aşağıdaki klinik örneklerinde işaret ettiğimiz gibi yabancı çekim merkezleri kavramı, aynı zamanda, psikoterapi süreçlerinin kavramsallaştırılmasında da faydalıdır.
Bir sistem kaotik ise sarsıntı çok büyük örüntü değişikliklerine daha kolay etki edebilir. Fakat bunların etkisi ‘çekim merkezi havzasında’ azalma eğilimindedir.
Yabancı çekim merkezi örüntüleri, şelale veya sıçrayan alev gibi belirli örüntülerin tekrar ettiği, sonra gelişigüzelliğin hakim olduğu, daha sonra ise kaos içerisinden yeniden bir düzenli örüntünün ortaya çıktığı sonra yine kaosa dönüşen türbülanslı akış sistemlerindeki örüntüleri andırır. Örneğin, bir anaforun yakınındaki türbülanslı su akımı, anaforun döngüsü tarafından emiliyormuş gibi görünür. 
Çekim merkezinin etrafında, sistem, ‘çekim merkezi havzası’ denen bir alandaki akıma doğru süpürülüyor gibidir. Çelişkili bir biçimde, çekim merkezinin yakınında olma davranışı ile aynı zamanda sürekli örüntüyü yaratıyor olsa da, ‘çekim merkezi havzası’ içerisindeki madde, çekim merkezinin içine çekiliyormuş gibi görünür. Bir yabancı çekim merkezinin havzası yakınlarında, sistem, küçük sarsıntılardan ya da sistemin düzenini bozan eklenmelerden daha az etkilenir. Kaotik bölgelerin örgütlü olmayan alanlarında, sarsıntıların görece büyük etkileri olabilir. Benzerlik kuracak olursak, bir topun yuvarlanması için gereken kuvvet bir dağın tepesinde (kaotik bölgede olduğu gibi) görece daha az iken bir vadide (çekim merkezi havasındaki gibi) harcanması gereken kuvvet çok daha fazla olacaktır (Piers 2000).

‘Çekim merkezi havzası’ kavramı ve bir sistemdeki değişiklik ile ilgili doğurduğu sonuçlar, çocuklukla ilgili örüntüleri takip etmek için mevcut davranışı etkileyen bu bilinç dışı modelleri ‘çocuksu çekim merkezleri’ olarak tanımlamış olan Palombo (1999) tarafından psikanalize uygulanmıştır. Çocuksu çekim merkezinin havzasına yakın analitik materyaller eski örüntüde daha sabit olarak bulunmakta iken havzadan uzakta yer alan materyaller analitik süreçten etkilenmeye daha yatkındır. ‘Ayarlama değişkeni’ – bir sistemdeki düzenli akışın stabilitesini bozmak veya kaotik, türbülanslı bir akışı bir örüntüye çevirmek için gereken sarsıntının kuvveti – pek çok koşula bağlıdır. Bunların en önemlilerinden bir tanesi daha iyi örgütlenmiş bir örüntü veya çekim merkezi havzasına yakınlıktır. Quinodoz (1995), nesne ilişkilerinin kuvveti veya zayıflığı anksiyete veya psişik entegrasyon için, hem çocuksu gelişim sırasında hem de terapiste aktarmada bir ayarlama değişkeni oluşturur.
Biyolojide, Kaotik Ritimler Yüksek Bir Adapte Olma Özelliğine Sahiptir.  
Görece sabit ritimler patoloji veya adaptasyon kapasitesinde azalma işaretidir. Kendi kendine benzeyen, özellikleri yabancı çekim merkezlerince belirlenen örüntüler dinamik sistemlerde kuraldır. Sınırlı döngü çekim merkezince belirlenen kendi kendinin aynısı örüntüler genellikle patolojiye işaret eder. Yürüyen bir kişinin yürüyüş temposu, yani düzenli kalp atış hızı ve normal EEG ritimleri, kaotik düzensizlik gösteren sağlıklı biyolojik ritimlerdir. Frekanslar durmadan değişmekte ve matematiksel olarak grafiği çizildiğinde yabancı çekim merkezi örüntüleri ortaya koymaktadır. Sadece hastalık durumunda bu biyolojik ritimler düzenli hale gelir. Kaotik düzensizlik, askeri bir düzenliliğe göre daha yüksek düzeyde bir adaptasyon kabiliyeti gerektirir. Günümüzdeki nörobiyolojik araştırmalar beyinin de rastgele olmayan kaos teorisinin prensipleri ile örgütlenmiş olduğunu göstermektedir. Bu durum örneğin, anne-çocuk arasındaki karşılıklı değişimlerin zaman içerisinde benzer olması ancak hiçbir zaman aynı olmamasının, ilk 18 ayda çocuğun sağ orbitofrontal lobundaki büyümeyi belirleyen örüntüyü etkileyen yabancı çekim merkezini oluşturması durumunda da görülmektedir (Schore 1997). Bunlar, tamamen rastgele olmanın sağlıklı olduğu anlamına gelmemektedir. Buradan, anlaşılması gereken, genel stabil bir örüntü içerisindeki hafif bir kaotik düzensizliğin tahmin edilemeyen ihtiyaçlara adaptasyonda yüksek bir kapasite sağladığıdır. 

Kaos Teorisi Prensiplerinin Klinik Durumlara Uygulanması 

Psikolojik deneyimi, belli bir ölçek dahilinde kendi kendine benzerlik gösteren fraktallerin bir matrisi olarak görmekteyiz. Sağlıklı deneyimin özellikleri, değişken yabancı çekim merkezi örüntüleri arasındaki hareket ile örgütlenir. Böyle bir matriste, ilerleme ve gerilemenin (örneğin psikoseksüel aşamalar, tekrarlama zorlanımı veya gelişimsel saplanma ve gerileme psikopatolojinin temelini oluşturur) lineer öğeleri sınırlı döngü çekim merkezi olarak görülebilir. Bu lineer modeller, çelişen anlamlar ve ilişkilerden, birden çok doğrudan oluşan kompleks bir deneyim matrisinde yer alan hayata dair olguları yeterli seviyede gösteremez. Bion (1970) ve Winnicott (1971), yaşama görevini, çelişen ve çözümlenemeyen öğelerin, biri yerine ötekini seçme şansı olmadan, deneyimlenmesini gerektiren, temelde paradoksal bir durum olarak tarif etmişlerdir. Bu eşzamanlı biçimde, çelişen anlamlar bir arada yer alır. Psikolojik tecrübe, bir biri ile karmaşık ilişkileri olan değişken örüntüler ile örgütlenir. Bu karmaşıklık psikolojik deneyimi daha doğru tarif eder, ancak Freud’un sınırlı-döngü çekim merkezi, patolojik çökmelerin örüntülerini sıklıkla tanımlayabilen klinik olarak faydalı yaklaşımlarından dolayı sürekli bir geçerliliğe sahiptir çünkü sınırlı-döngü çekim merkezleri genellikle, kaotik esnekliğin adaptasyon kabiliyeti için genel örüntüyü baside indirger. Bu durum, psikoanalizin, geçmişe dönük psikopatolojiyi açıklamada, sağlığı tahmin etme veya tanımlamaya kıyasla neden her zaman daha iyi olduğunun anlaşılması için bilimsel bir yöntem sunar. Çünkü sağlık, daha karmaşık davranış örüntüsü kombinasyonlarından oluşmaktadır. 

Klinik Kaos 

35 yaşında, oldukça aktif, boşanmış bir anne ve başarışı bir girişimci olan Celia King, iş hayatının ilk iki yılından sonra, gerçekten kim olduğunu bilmiyormuş gibi bir hisse sebep olan içsel boşluk hissi ile analiz için bana (DES) geldi. 19 yaşında evlenmiş, hemen bir oğlu olmuş ardından bir kız çocuğuna sahip olmuş ve 23 yaşında da boşanmıştı. Şimdi genç yetişkinler olan çocukları okul hayatlarında, sosyal hayatlarında ve sporda başarılı olmuşlar ancak ona karşı çok söyleniyor ve şikayet ediyorlardı. Kalp veya yemek borusu ile ilgili olmayan göğüs ağrısı vardı ve düşük dozda SSRI antidepresan tedavisi ile giderilmişti. Analizde Mrs. King düzenli olarak ailesini ve iş arkadaşlarını kendisine sıkıntı veren ve olumsuz deneyimlerle tanıtıyordu: birlikte yaşadığı erkek arkadaşı güvenilmez biriydi, çocukları kendisine yardım etmiyorlardı ve çalışanları inisiyatif alamıyorlardı. Bu rahatsızlığın üstesinden yağcı biri haline gelerek, herkese iyilikler yaparak, insanlarla arasına sınır koymakta başarısız olarak ve diğer ‘aşırı iyi’ uyarılmış nesne davranışları ile geliyor ve böylelikle acı veren içsel nesnelerini merkezi, memnuniyet verici deneyimden uzak tutuyordu. 

Yüzeysel olarak Mrs. King’in örüntüsü esnek uyum sağlayıcı yabancı çekim merkezi gibi görünüyordu. Ancak bunun altında, acı veren duygularla bilinçli bir bağlantı kurulmasına izin vermemek için tasarlanmış bir sınırlı-döngü çekim merkezine benziyordu, ve bu da içsel anlamsızlık yaratan bir daralma hali teşkil ediyordu. Mrs. King’in kendi kendini örgütleyen sınırlı döngü çekim merkezi örüntüsü daha kaotik olan yabancı çekim merkezi örüntüsünden daha az uyumlayıcıydı. Bedeli kendiliğindenlik ve duygulara erişim olan tahmin edilebilirlik ve kontrol sunuyordu. Yaşadığı ‘kalp ağrısı’nın bedenselleştirilerek göğüste ağrıya dönüşmesine sebep olmuştu. Analizde, bastırılmış anti-libidinal sınırlı döngü çekim merkezi tarafından ayrılmış deneyim ile yeniden temasa geçti. 
Analiz, stabiliteyi bozan bir sarsıntı ortaya koydu. Şikayetlerini ciddiye alarak, yetişkin örüntüleri ve bedensel ağrıyı o günkü ve çocukluk dönemindeki hayal kırıklıkları ile birbirine bağlamak suretiyle duygusal bağlantı kopukluğunu yüzleştirmeye başladım. Mrs. King’in idealize eden aktarımı ve uyumunun, benim iyi bir analist olduğuma dair tamamlayıcı bir karşı aktarım yarattığının farkına vardım, ancak ben gereksiz ve gerçek işlevden yoksundum. Kaos terimleriyle, karşılıklı etkileşimimizin yinelemeleri, onun boşluğunu da kapsayan uyarılmış bir karşı aktarım örüntüsü yarattı. Bazı ufak tefek istisnalar hariç, benim söylediklerimin hepsini kabul etti. Güveni, gerçek olamayacak kadar fazlaydı, benim acı çektiren bir nesneye dönüşmemin önüne geçmek için tasarlanmış bir uyarılmış nesne yansıtmalı özdeşimiydi. Sorgusuz sualsiz güveninin beni kullanışsız kıldığına dair karşı aktarım hissimi kullanarak, ona, aramızdaki sürtüşmeden kaçınmak adına benim iyi fakat mesafeli hissetmemi sağlamak için yansıtmalı özdeşim kullandığı aktarım örüntüsünü göstermeye başladım. Bu sürtüşme aramızda bir ‘ayarlama değişkeni’, yani şeyleri kaosa ve karmaşaya sürükleyebilecek veya kaostan ve karmaşadan çıkarabilecek, stabiliteyi bozucu bir güç, oluşturdu. 
Örüntüsünün sınırlı döngü yapısını yorumladığımda, Mrs. King bana karşı ufak tefek rahatsızlıklar dile getirmeye başladı. Bu nazik eleştiriler, karakter savunmasının çekim merkezi havzasından uzağa yaptığı ilk gezintileri temsil ediyordu. Başlangıç koşullarına hassas şekilde bağlı olma durumu nedeniyle, karşılıklı etkileşimimizin yinelemelerine ait başlangıç koşullarına yapılan küçük bir müdahale, takip eden karşılıklı etkileşimlerde tahmin edilemeyen değişiklikler yaratmıştı. Yavaş yavaş çekim merkezi havzasından uzaklaştık. Bu uzaklaşma her ikimizde de boşluk hissi yarattı ve analitik ilişki ve söylem daha geniş ve daha az tahmin edilebilir bir aralıkta gidip gelmeye başladı. 
Mrs. King ailesinin çözülmesi tehdidine karşı daha önce engel olduğu içsel kaosu, şimdi artık yavaş yavaş deneyimlemeye başlamıştı. Ebeveynleri ve şu anki ailesi hakkında şikayet ediyor, kızgınlığını dile getiriyor ancak hemen sora inkar ediyordu. Ailenin kaosuna tekrar geri çekilmesi tehdidini engellemek için kızgınlığının farkındalığından geri adım attığına işaret ettim. Ailesiyle ilgili işlev bozukluğunun biriktiği çocukluk dönemine ait çekim merkezi havzasından kaçınıyordu. Çocukluğu ile ilgili tanımların, şu anki aile deneyiminin ve benim yorumlarımın art arda yinelenmesi yavaş yavaş yeni örüntüler oluşturdu. Duyguların kesintiye uğratılıp acıdan sakınıldığı yerde şimdi artık acıya yer vardı. insanların onu hayal kırıklığına uğrattığını veya insanlara kırıldığını söylemem bile sabit reaksiyonlarında, onu duygu karmaşası ve anlamsızlık kaosunu tolere edebilecek hale getiren, bölünmeye ve baskılanmış yer çekimsel kütlelere- yani bilinçli dünyasından uzak tuttuğu içsel acı verici nesnelere- son veren bir sarsıntı, bir türbülans yarattı. Bugüne kadar katı bir tahmin edilebilirlik ile yaşamış olan Mrs. King’in rahatı, kendi kendini daha az tahmin edilebilir hissetmesi ile bozulmuştu.

Yumuşak başlı kişinin ortadan kalkması ile uyarılmış nesne ilişkilerinin çekim merkezi havzası çözüldü; kızgınlık, kabul etmeme ve arzu ortaya çıktı. Kızgınlığının farkındalığı arttıkça, kendi ebeveynleri gibi sorumsuz, terk eden ve çocuklarına ve eşine zarar veren biri olmaktan korktuğunun farkına vardı. Kendi ebeveynleri gibi olmamak için kardeşlerine bakmıştı, şimdi de kendi çocuklarına, erkek arkadaşına ve çalışanlarına bakmaktaydı. Mahrumiyet ve sıkışmaya dayalı kötü içsel nesnelerle reddedilmiş bilinç dışı özdeşimi, amansız bir eski nesneleri onarma ihtiyacına yol açtı. İzole edilmiş bu örüntülerin her biri, uyumlamalı olarak kaotik hale gelmekten alıkonmuş sınırlı döngü çekim merkezleri haline gelmişti. Kendisini tanıttığı hali ile yansıtmalı ve içe yansıtmalı özdeşim yinelemeleri aracılığıyla bana ulaşan akla hayale sığmaz anksiyetelerinin arasındaki tezatlık konusunda yorum yaptığımda, paylaşmakta olduğumuz karşılıklı etkileşime yapmış olduğum katkının tümü, ruhunda küçük ve tekrar eden sarsıntılar yarattı. Mrs. King daha önce izin verilenden daha fazla duygu ile yüzleşti ve bu da içsel ayarlama değişkeninin kendisini bir çekim merkezinden diğerine taşımasını sağladı. 
Dinamik olarak durum şu şekilde gelişti: kızgınlığa sebep olabilecek her bir olay ya bir reddedici nesne kümelenmesini doğurabilirdi ya da bir idealleştirici uysallığa yol açabilirdi. Kaos teorisi terminolojisi ile ifade etmek gerekirse bunlar, denklemin birbirine tezat duygularca belirlenen iki zıt çözüme ayrıldığı eyer noktalarıydı. Analizden önce dargın anti-libidinal çekim merkezi geniş oranda bilinç dışıydı ve idealleştirilmiş uyarılmış nesne çekim merkezin tarafından yoğun bir baskı altındaydı. Analiz devam ettikçe, Mrs. King bir eyer noktasından diğerine sürüklendi – bu noktalar onun özdeşimindeki dallanma noktalarıydı. Onu, kaotik, anksiyetenin yönetimindeki deneyime sevk eden ayarlama değişkenleri daha önceden bastırılmış olan duygulardan geliyordu. Endişe durumunda şimdi deneyimlediği eyer noktalarının (nasıl örgütleneceğinin seçiminin yapıldığı noktalar) hızlı ve bilinç dışı geçilmesi; kaos, kendi benlik algısını karıştırma biçiminde ortaya çıkana kadar, stabiliteyi bozan bir ikilenen periyotların oluşturduğu basamaklanma veya içsel işletim formülleri için duygusal çözümlere dönüştü. Mrs. King artık ‘iyi huylu işbitirici’ kimliğini daha fazla sürdüremiyordu. Artık kim olduğunu bilmiyordu.

Analitik matris içerisinde oluşan, kapsayıcı yeni çekim merkezi örüntüsünden etkilenerek, analist ve analiz yapılan, Ogden (1994) tarafından analitik üçüncü olarak tanımlanan ve her iki tarafın da etkilendiği yeni bir ortak bilinç dışı yabancı çekim merkezleri örüntüsü oluştururlar. Mrs. King, benimle, aşamalı olarak içselleştirilen, hem çevresel hem de nesne ile alakalı öğeleri olan dış bir nesne gibi bilinçli ve bilinç dışı etkileşime geçti (Winnicott 1963). Yansıtmalı ve içe yansıtmalı özdeşim döngüleri vasıtasıyla sürekli karşılıklı etkileşime geçerek, kapsayan/kapsananı oluşturduk (Bion 1967, 1970). Bu süreçte, analist’in zihni, analiz edilenin endişelerinin her bir yinelemede tekrar tekrar hareket ettiği yeni bir evre uzayı bölgesi haline gelir. Hastayı eski çekim merkezlerinden ve eski çekim havzalarından uzaklaştırıp yeni yabancı çekim merkezleri yaratan analiz ortamında, bu durum aynı zamanda aralarındaki potansiyel uzayda veya evre uzayında da temsil edilir. 

Analiz yinelenen bir deneyimdir. Sınırlı döngü çekim merkezlerine güven oluşturan, tekrarlama zorlanımı aracılığı ile hastalar tekrar tekrar formüller kullanırlar. Her tekrar hastanın kişiliğinin ve diğerleriyle ilişkilerinin fraktalidir. Tekrarlanan geçişsel örüntüler, kendi kendine benzer olmaktan ziyade kendi kendinin aynısıdır. Mrs. King, paranoid-şizoid nesne ilişkilerinin korkutucu yönlerinin yarattığı baskıyı sürdürmeye yarayan abartılı depresif bir pozisyonu kendine kalkan olarak kullandı (Klein 1935, 1946). Elde edilen sonuç, ruhsal pozisyonlar arası kaotik dalgalanmalardan ziyade pozisyonlar arasında bloke edilmiş hareket oldu (Bion 1962, 1963; Ogden 1989). Benlik algısının çökmesine karşı onu koruyan bir sınırlı döngü çekim merkezi olarak, statik bir pozisyonda ya da ruhsal bir geri çekilme durumundaydı (Steiner 1993). Değişim, bir topu derin bir çekim merkezi havzasından yüksek bir dağın tepesine doğru itmeye benziyordu. Ancak her bir terapi tekrarı, başlangıç şartlarına hassas bağlılık nedeniyle farklı çıkıyordu – çünkü aşırı derecede küçük farklar sabit örüntülerde orantısız farklılıklar yaratma potansiyeline sahiptir. Mrs. King, bilinmeyenin kaosunu deneyimlemek için yavaş yavaş bu havzalardan dışarı doğru hareket edebilir hale geldi ve geçişim analizinden yavaşça geçerek daha entegre bir deneyime doğru hareket etti. Böyle yaparken, engellenmiş analitik uzay, daha işlevsel bir geçişken evre uzayına açılmaya başladı. Bu uzayın özellikleri, içerisinde yeni çekim merkezi örüntülerinin gelişebileceği bazı daha uyarlanabilir kaotik düzensizlik durumları ile belirleniyordu. 

İki Rüya

Mrs. King’in iki rüyası, Fairbairn’nın (1944,1954) rüyaların hastanın içruhsal (endopsychic) durumuna ait ‘kısa’ları temsil ettiği önermesini göstermektedir. Şimdi bunları, kişiliğin fraktalleri ve bilişsel ve duygusal örgütlenmeleri kaynaştıran, dinamik içruhsal yapının yinelemeleri olarak görüyoruz. Rüyalar aynı zamanda analize tabi tutulan birinin aktarım ilişkileri de dahil olmak üzere ilişkilerini temsil eder (D. Scharff 1994) ve aktarım- karşı aktarım karşılaşması çevresinde gelişen yeni ruhsal yabancı çekim merkezlerini resmeder. 

Mrs. King rüyasını şöyle anlattı: ‘Dün gece iki rüya gördüm. İlkinde beni dövüp tecavüz edecek yabancı bir erkek arkadaştan saklanan bir genç kızdım. Sizin okumakta olduğunuz kütüphaneye girdim. Siz dönüp bakmadınız, ben de kadınlar tuvaletine girdim. Kapana kısılmış gibi hissediyordum çünkü tehlikeli erkek arkadaşım hala dışarıdaydı. Kadınlardan biri “Biz yardım ederiz” dedi. Bazı kadınlar bana bir asker üniforması verdiler ve beni bir pencereden gizlice kaçırdılar. Askeri bir yürüyüşe katıldım ve bazı askeri kışlalara doğru yürüdüm ve kendimi güvende hissettim. 

‘İkinci rüya beni daha fazla alt üst etti. Tek katlı, çatısı alçak bir çiftlik evinde yaşıyordum. Gerçek erkek arkadaşım oradaydı ve bana ‘Kediler bu gece dışarıda’ dedi. Kaplanlar ve panterler vardı. Köpeğimize bakmaya gideceğini söyledi, ben gitmesini istemedim. Jeep’in üstü açık olduğu halde içinde oturuyordu. Frene basmadan sundurmanın altına doğru sürdü ve arabayı çarptı. Sonra elinde oğlumun kafasını taşıyarak eve girdi. Belli ki kediler onu yakalamıştı. 911’i aradım. Cevap veren kişi: “Kediler bir kez sizi hedef aldı mı, kurtuluş yoktur” dedi. Çatıya çıkıp kedilerden 11’ini vurdum. Ama biliyordum ki her zaman 12 tane kedi olur. 12. kedinin evin içinde olduğuna karar verdim ve oğlumun, erkek arkadaşımın ya da benim peşimden gidip gitmeyeceğini bilmiyordum.”

Mrs. King’in erkek arkadaşının bir Jeep’i vardı, ama Mrs. King bunun benim arabamı temsil edebileceğini çünkü genellikle tek katlı, çatısı alçak bir bina olan ofisimin önündeki sundurmanın altına park ettiğimi söyledi. Bu, onun gözünde şimdi benim tarafımdan sürülen ve ofisime çarpan bir araba imgesi oluşturdu. İlk rüyada, o tehlikede olduğu halde oturmuş kitap okuyordum ve o benim bekleme odalarımdan biriyle ilişkilenebilecek bir tuvalete saklanmak zorunda kaldı. Bu, ona babası onu ve annesini vurmakla tehdit ettiğinde annesiyle beraber banyoya saklandıkları zamanı hatırlattı. Asker kadınlar tabancası olan babasıyla ilişkili silahlı adamdan onu koruyabilirdi. İkinci rüyadaki aslanlar ve kaplanlar ona, benim bahçemde bulunan ve kanepeye oturduğunda görebildiği arıların rengini hatırlattı. Son birkaç günde onlardan korkmuştu. Mrs. King bu ilişkileri kurduğu zaman, ben ikimiz arasındaki ilişkiden duyduğu tehditten, aktarımın idealleşmesinin yok olması tehdidinden, dolayı kendimi üzgün hissettim. Aynı zamanda, idealleştirmenin işimizi sınırlandırdığını bildiğimden, daha önce dışarıda bıraktığımız tehlikeyi yeniden gündeme getirmesine cevaben içsel bir hızlanma hissettim. 

Bu rüyalar, ‘gerçek olamayacak kadar iyi’ örüntünün (sınırlı döngü çekim merkezi örüntüsü) yansıtmalı özdeşiminin kırılmakta olduğunu göstermektedir. Bu örüntü bizi Mrs. King’in kendini ne zaman güvensiz hissettiğini öğrenmekten ve bilinç dışı güvensizliğin, daha önce ilişkimizin dışında bırakılmış istilacı, zorba ve hatta öldürücü sıkıntı veren nesnelerin yavaş yavaş farkına varılmasından alıkoyuyordu. Bunlar Mrs. King’in bilinç dışı içsel nesne ilişkilerinin, gelişimsel tarihinin, aktarım/karşı aktarım etkileşiminin fraktalleridir. Çocukluğunu biçimlendiren tehlike hissi geri dönmüştü. Kitabımdan başımı kaldırıp onu korumayacağımı hissediyordu. Ben, rüyada hem onu görmezden gelen kendim olarak hem de tehlikeli erkek arkadaş olarak görünüyordum. Aktarım sırasında meydana çıkan tehlikeden saklanmak için tuvaleti kullanıyordu. Asker kadın o durumdaki annesini ve aynı zamanda ofisi bekleme odasının karşısında olan ve sıklıkla ona yardım edeceğini hayal ettiği karımı temsil ediyordu. Yağmacı erkeklere karşı onu sadece savaşçı kadınlar kurtarabilirdi. 
İkinci rüya, erkek arkadaşını daha yardımcı bir role koyarak aynı problemi yineliyordu. Daha önce bilinç dışı korkularından, onun içsel korkuları hakkında farkındalığım olmadığı için kendini desteklenmemiş hissetmesinden dolayı bahsedememişti. Yansıtmalı özdeşim ve içe yansıtmalı özdeşim aracılığıyla, ikimizin de kedileri uzakta tutmak için abartılı bir güven tutumu kullandığı bir örüntüye dahil oluyordum. Bu nedenle, kedilerin onu ele geçirmeden vazgeçmeyeceği korkusu doğrulanamıyordu. Halen onun peşinde olan 12’nci kedi bendim.

Mrs. King’in içsel durumunun ve aktarım-karşı aktarım değişiminin rüya fraktalleri kedileri her daim mevcut tehdit duygusu olarak rüyaya yerleştirmekteydi. Onu korumayı başaramıyordum ve daha sonra yorumlarla üzerine atılıyordum. 

Ona ve bana rüyanın ilettikleri, kimse anlamadığı için korumakta olduğu daha geniş örüntülerin benzeri olan onun genel ruhsal örgütlenmesinin fraktalleriydi. Bunlar aynı zamanda birincil nesneleriyle olan ilişkisinin ve benim anlamadığımı ve sadece özlenen fakat bilinmeyen bir kadının kendisini geceden koruyabileceğini düşündüğü analitik ilişkisinin bir yönünün fraktalleriydi.
Mrs. King’in analizi depresif pozisyonda gerçekleştirmek için oldukça yüzeyde görünüyordu, ancak bu rüyalar depresif pozisyonun görece sabit versiyonu olan bir sınırlı döngü olduğunu gösterdi. Rüyalar, paranoid-şizoid temalarını yüzeye çıkardığı için, karşılıklı etkileşimimizin çoğunu elinde tutan bir çekim merkezi havzası olan koruyucu, sert, sözde-depresif örüntüyü yumuşatabilirdim. Onun korkusunu hissettikçe, onun kapsüllenmiş ruhsal geri çekilmesinin bölünmesini ve baskı altına alınmasını gördüm (Steiner 1993). Onun arkasındaki sandalyemde oturup, üzerinden bahçemdeki manolya ağacına bakarken, onun, geçen yıl olduğu gibi tomurcuklar çiçek açmadan donmasın diye koruyucu bir şekilde ağacı nasıl izlediğini sessizce düşündüm. Bir dalda oturan ve bir kuşu gözetleyen bir kedi hayal ettim. Mrs. King için her yerde gizlenmiş korkuyu hissettim. Bu seansta, bu yinelemede, bir sarsıntı, terapi etkisini uzakta tutan çekim havzasından bir uzaklaşma gerçekleşti. Şimdi artık korkusunu, benim onu alabileceğim şekilde iletebiliyordu. Ve bunun her ikimizin de dışarıda görebildiği çiçeklenme ile de ilgisi vardı. Korku ve güzellik birbirine yakındı. Eskiden oldukları gibi sınırlı olmalarına ve keskin bir şekilde ayrı tutulmalarına gerek yoktu.

Analist’in Kaos’a Teslimi

Balint, terapistin ilk aşkı olan analiz yapılan hastanın ortaya çıkmakta olan kendiliği için ‘yeni bir başlangıç’ sunmanın teşvik ettiği terapi gerilemesine katkıda bulunmak amacıyla terapistleri ‘uyumlu iç içe giren karışıklık’a izin vermeye davet etmektedir (1968: 136). Bion (1970), analistlerin hafıza ve arzudan sakınması ve kendilerini doğrudan seans deneyimi sırasında her an öğrenmeye vermeleri gerektiğini öne sürmüştür. Benzer bir şekilde, Winnicott (1971) ebeveynleri ve analistleri, bebeklerin ve analiz yapılan hastaların çözülemez paradoks ile yaşamalarına izin vermeye teşvik etmiştir. Her ikisi de kaosu tolere etmelerini söylemektedir! Gerçekten ana ve karmaşık kendi kendini örgütleyen sistemlerin doğasında var olan, bizi eski sınırlı çekim merkezlerinden kurtaran ve yeni yabancı çekim merkezlerine yolculuğun önünü açan kaosa teslim olduğumuzda, henüz bilinmeyenin hatırına halihazırda bildiklerimizden vazgeçeriz. Örüntünün analistle hasta arasında gidip gelmesi, adlandırılamayan etki neredeyse hissedilebilir; örüntünün içeriye sızmasına ve yankı uyandırdığı içsel örüntüleri değiştirmesine izin verilebilir; daha sonra, analiz yapılan kişi sözlerimizi, ses tonumuzu veya yüz ifademizi hafifçe değişmiş biçimde anladığında seansın atmosferi değişince yabancı bir çekim merkezinin gücü hissedilebilir. Analist ve analiz yapılan kişi tarafından ortaklaşa yaratılan yeni yabancı çekim merkezi olan ‘Analitik üçüncü’den yeni şekiller kademeli olarak ortaya çıkar. 
Kaosa teslim olmanın ötesinde, klinik anlamda kaos ne gibi bir fark yaratabilir? Pek çok açıdan, bunu bilmek için henüz çok erkendir. Pratik teoriden daha yavaş değişmektedir. Klein, Fairbairn, Winnicott, Balint ve Bion’un keşiflerinden halen bir şeyler öğrenmekteyiz. Klinik uygulama birden çok yönde değişmektedir. Terapide kurulan ilişkide karşılıklılığa karşı açık olma, Freud’un lineer teorisinin getirdiği kesinliğin büyük çoğunluğunu götürmektedir. Freud’un önermelerinin çoğu sınırlandırıcı çekim merkezleridir. Newton fiziği mekanik problemlerin çözümünde halen son derece kullanışlı bir yaklaşımdır. Newton fiziği gibi, Freud’un önermeleri de işlevsel gerçeklere değerli yaklaşımlar sunan kısıtlı bir bakış açısına dayanmaktadır. Ama, artık kendimizi, deneyimden biçim konusunda yeni bir anlayışa olanak veren belirsizliklere açmanın zamanı gelmiştir. Karmaşık sistemlerde, Öklit geometrisinin bir evin inşasına rehber oluşturması gibi, sınırlı çekim merkezleri örüntünün bir bölümünü oluşturabilir. Dinamik sistemlerin daha tam anlaşılması, yabancı çekim merkezlerini gerektirir. 

Yabancı çekim merkezleri ve çekim merkezi havzasını, terapi deneyiminin yinelemelerini deneyimledikçe, klinik saatlerin tahmin edilemez savrulmalarına teslim oldukça ele almayı faydalı buluyoruz. Sabit, sınırlı döngü ve yabancı çekim merkezi metaforları, ruhsal geri çekilmenin ve kuşatmaların kendi kendinin aynısı örüntülerinden sağlığın kendi kendine benzer fraktal örüntülerine doğru hareket, tekrarlanan davranıştaki değişkenliği görmemizi sağlar. Bir hastanın konuşmasında, davranışında, rüyalarında ve aktarımında görülen kendi kendine benzer örüntüler, küçük ölçekteki sarsıntıların sonunda büyük ölçekte derin etkiler yarattığını bilen analiste herhangi bir seviyede müdahale şansı verir.
Konular arası bir alanda çalışma yapmanın getirdiği pek çok belirsizlik ve postmodern çağda bilginin devamlılığı ile ilgili duyulan endişe, kaos teorinin yardımıyla çözülmesi daha kolay sorular ortaya atar. Analiz, uzun bir süre, yorumlamalarımızın bilimsel temelden uzak olduğu ve patolojik kesinlik, önyargı ve tıbbın her şeye kadir olmasından ileri geldiği suçlamasıyla mücadele etmiştir. Ancak postmodern felsefi bağlamda, deneyimin tüm bilgi ve deneyimin tüm yorumlamaları rölatif olarak görülmekte ve kültürün, mevcut entelektüel çerçevenin ve yorumlayanın tecrübesinin bakış açısıyla yaratıldıkları kabul edilmektedir. Kesin doğru diye bir şey yoktur. Kaos teorisini ve gözlemin, gözlemlenen olguyu değiştirdiğini söyleyen Heisenberg prensibinin sonuçlarını kullanarak, karmaşık sistemlerde örüntünün tespitinin her zaman birden çok yoruma açık olduğunu ve muğlaklıktan muzdarip olanın yalnızca analiz olmadığını görebiliriz. 

Fairbarn’ın kişilik modeli (1944), karmaşık faktörlerin dinamik akışı kavramını psikanalitik teoriye kazandırmıştır. Gelişimdeki zihni ve terapi sürecini örgütleyen olarak yansıtmalı ve içe yansıtmalı özdeşimin karşılıklı süreçlerince aracı olan Klein’ın psişik pozisyonları arasındaki artıp azalmaların klinik kavramları, ilişkinin devam ettirilmesi ve kapsayan/kapsanan kavramları, kişiliğin ve aktarım/karşı aktarım arasındaki değişimin fraktalleri olarak rüyalar, değişime sebep olmakta yorumlamanın rolü, eyer noktalarında örüntünün çiftlenmesi ile gerçekleşen psişik ve kişiler arası bölünmenin kavramları ve Bion’un, analistlerin hafıza ve arzudan uzak olarak çalışmaları gerektiğini söyleyen görüşü kaos teorisi ile teorik olarak açıklanabilir. Bir metafordan öte, kaos teorisi, psikanaliz için, psikolanalitik düşüncenin günümüzdeki trendlerine uyan modern bir paradigma içerisinde bir temel ortaya koyar. yüksek örgütlenme seviyelerine eğilimi olan karmaşık kendi kendine örgütlenen sistemlerin bir teorisi, psikanalitik süreç için uygun yeni bir model sağlamaktadır. Her şey bir yana, bizler, içerisinde yaşadığımız fiziksel evrenin prensipleri ile yönetilen biyolojik organizmalarız. Evren ve içerisinde bulunan her şey, sadece yer çekimi ve rölativitenin bilinen prensipleri ile değil, aynı zamanda rastgele olmayan kaosun, yavaş yavaş ilerleyen bilginin yardımıyla belli belirsiz kavramaya başladığımız karmaşık teorileri ile de yönetilmektedir. Bu güne kadar bildiklerimizin sınırları içerisinde, kaos teorisinin yabancı çekim merkezinin, düşüncelerimize renk katan bir metafor olarak kullanımından, yeni bir anlayışı canlandıran bir paradigma kaymasına, bizi ne kadar uzağa götüreceğini tahmin etmek mümkün değildir. 

__,_._,___

16 Aralık 2015 Çarşamba

Röntgencilik ve psikoterapi

İnsan neden doktor olmak ister? Sosyal statü, ailenin gözüne girme, para gibi etmenler yoksa insanların yaralarını, hastalıklarını iyileştirmek için... Peki insan neden başkalarının yaralarını, hastalıklarını iyileştirmek ister? Kendinde ya da ailesinde iyileştirilmesi gereken şeyler olduğu için muhtemelen.
Peki insan neden psikoterapist olmak ister? Bunun muhtemelseniz cevapları daha az? Çünkü doktorluk gibi pek çok farklı etmen barındırmıyor içinde. İnsan kendi dışarıdaki diğer insanlardan daha çok acı çektiği ve bunu iyileştiremediği için psikoterapist olur. Başkası üzerinden kendini tedavi etmeye çalışır. İçerde kurutulması gereken büyük bi bataklık vardır genelde. Terapistlerin diğer bi ortak noktası ki bu kısmen doktorlarla da ortak nokta biraz ödipal dönem kırıntılarını taşıma. Anne baba ve çocuğun olduğu bu üçlü ilişkinin geliştiği dönemde çocuk, baba ya da anne ve ikisinin birbiriyle ilişkisini sürekli röntgenler halededir. Ödipal dönemin bi özelliği olan röntgencilik, eğer dönem sağlıklı bi şekilde atlatılamazsa kişinin hayatında ya saf röntgencilik ya da röntgencilik türevleri olarak görülmektedir. İşte türevlerinden biri de psikoterapistlik. İnsanın özeline geçmişine anısına çocukluğuna rüyasına gidip en özelini dikizliyoruz resmen. Tıp doktorluğu da bu açıdan böyle damarlarımıza beynimizin kıvrımlarına hakim adamlar, içimizi biliyorlar somut olarak. Soyut olarak da biz biliyoruz işte, aile dinamikleri, rüya yorumları, gelişimin kritik noktaları...  Şimdi kendi terapistime bakıyorum, dahiliye uzmanı iken psikoterapiye başlayıp sonra psikiyatri okumuş adam. Dalak böbrek kesmemiş artık, somuttan soyuta adım atmış ruha girmiş, duyguya girmiş. İyi ki girmiş ama güzel girmiş, nasıl bir dahiliye uzmanıymış bilmem ama iyi terapist olduğu kesin. Röntgen küp yani. Oldukça başarılı... İşte buna da idealize etme diyoruz. İdealize edecek doğru bi nesne bulduğum için şanslıyım. 


Neyse bu kadar idealize etme bana yeter.
Sevgiler..

13 Aralık 2015 Pazar

Sahtelikten Gerçekliğe Vol 1

11 kasımda seansta şunun gibi cümleler kurmuştum. Bu ilişki suni, gerçek bir ilişki değil, para verdiğim müddetçe varım, gerçek değil yapay. Terapistim de bunun kendisi açısından öyle olmadığını söylemişti. Ben yeniden aynı cümleleri söylemiştim. Onu buna ikna etmeye çalışır gibi, neyse… Yalnız cümleler ne kadar açık uçlu başka yerde kullansan orospuya söyleyebilirsin, terapistler olarak biraz orospuya benziyoruz galiba, para karşılığı ilişki kurmak falan. Neyse ki benim ücret almadan yaptığım terapilerim var. Diğerleri düşünsün bunu. Zihnim çok dağınık, zorlanıyorum yazarken.



Neyse iki hafta sonraydı 24 kasımda seansım vardı yine. O akşam yine orada süpervizyon toplantısı vardı, 15-20 terapist toplanıyor vakalarını sunuyor tartışılıyor, fikir alışverişi yapılıyor falan, benim terapistim de otorite bilirkişi olarak bunu sürdürüyor, evet sağlam bir terapistim var Timur Harzadın, neyse bana katılmak ister misin diye sordu seanstan sonra güçlü hissedersem katılırım dedim beni başkalarının yanında görecek olmak sende ne hissettirecek diye sordu, bu ilişkinin suni olduğunu düşündüğümü konuşmuştuk onun için bu ilişkinin gerçeklik boyutu kazanması için fırsat olduğunu düşünüyorum gibi bi şeyler söyledim, histen ziyade düşünceye kaydım yani, tekrar sordu bilmiyorum dedim, duygular konusunda pek iyi olmadığım kesin. Neyse ilk kez terapi odası dışında terapistimi görecektim. Ben de gerçekten ne hissedeceğimi merak ediyordum. Terapiden sonra biraz dağılmıştım. Toparlamak için bir saatim vardı. Merdivenlerde sigara içtim. Toplantıyı bekleyen terapistlerle tanıştım derken Mustafa geldi. Mustafa Gödeş, enstitüden arkadaş. Bir gün Mustafa’yı gördüğüme bu kadar sevineceğim aklıma gelmezdi. O an boynuna sarılmak istedim. Tanıdık bi yüze ihtiyacım varmış meğerse, yabancı gibiymişim orada, onu görene kadar fark etmemiştim öylesine net bi şekilde. Ama bu yabancılığı sık sık yaşıyorum. İçimde sürekli benim burada ne işim var hissi. Neyse yine dağıldı zihnim, paragraf başı yapayım bari.

Toplantı başladı, insanlar vakalarını sundu, fikirler konuşuldu, ara verildi, tekrar başlandı, ben hasta gibiydim, uykum vardı, yorgundum benim dışımda her şey olması gerektiği gibiydi, çok seviyeli bir ortam vardı, terapistim (ki oranın kralı) herkesle olması gerektiği kadar bi samimiyet ve iyilik halindeydi, her şey çok normaldi, fazlasıyla normal.

Birkaç gün önce

9 aralıkta yine seansım vardı, bana toplantıda ne hissettiğimi sordu, suni geldiniz dedim, samimi değildi dedim, ne olsaydı samimi oldurdu dedi, bi keyifli kahkaha olsaydı samimi olurdu dedim, burası da suni konuştuk kaç kere dedim, neyse sonra dedim ki hayatımdaki her ilişki suni… Sonra yavaş yavaş aydınlanma geldi. Attığım bok elimdeydi aslında. Ya dedim galiba suni olan benim. Yapay olan benim, o yüzden her şey suni geliyor. Sonra benim bu yapaylığım üzerine konuştuk. Tabi yetmedi kaç gündür bunu, ilişki ve iletişim kontrolümü düşünüyorum. Çok garip, bir aydır bu terapinin yapay olduğunu düşün ama en sonunda yapay olanın kendin olduğunu fark et. Yapay olmamak ne demek bilmiyorum galiba ben. Bazı roller var onlara giriyorum. Her yerde olması gerektiği için, olmadı gerektiği kadar, olması gerektiği gibi oluyorum. Seansta bile bir yetişkin bir çocuk bir bilge oluyomuşum, gerçek değilmişim. Haklıydı ya. Gerçek olmayan bendim yapay olan suni olan. Sabit ve net duran bi terapistim var, adam olduğu yerde duruyor ve ben sürekli mesafe ayarı yaparak bi yaklaşıyorum bi uzaklaşıyorum. İçimi açamıyorum olduğu gibi ortaya koyamıyorum, törenle açıyorsun dedi haklıydı, ne için gidiyorum ne yapıyorum. Ama var olan bi şeyi koymuyor değilim ki, arkadaş var da mı vermiyorum, bulamıyorum çıkaramıyorum, bilinçdışı gerçekleşiyor bu, altta ne bok var bilmiyorum, çöplük var giremiyorum, kapılar var kilitli açılmıyor, omuz vura vura çürüttüm her yerimi, giremiyorum içeri işte.



Kontrol sende olunca rahatsın dedi, ben sabit bi şekilde duruyorum sen ayarlamayı yapıyosun ben hiç değişmiyorum, bu sana iyi geliyor ama senden aldım onayı bugün ben de biraz kafama göre takılıyorum bu sana kötü hissettiriyor dedi. Allah belasını vermesin ki öyleydi, bi iletişimin ilişkinin kontrolü bende olmayınca felaket bi his yaşıyorum. Bir insana yaklaşmam uzaklaşmam benim kontrolümde olmazsa işgal edilmekten korkuyorum. Sevgilimin annesinin öğretmenler gününde çiçek göndermesi buna dahil mesela, benim kontrolümden çıkan bi yakınlaşma, bunu asla durduramıycam, işgal edilcem, istila edilcem zaptedilcem hapsedilcem, of şu an bile öyle gerildim ki. Sevgilimle ailemi tanıştıracak olmak mesela, kendi ailemle zorunlu yakınlaşmalarım, onlara kendi özelimi sevgilimi gösterecek olmak benim içim o kadar zor ki. Onlar hiç bu kadar yakın olmamışlardı bana, onları kendi hayatıma bu kadar dahil edecek olmak benim için o kadar büyük problem ki. Şimdi benim hayatımda var olacaklar, ispatlanacak varlıkları ki ben onları ‘yok’un bir adım üstüne konumlandırmıştım. Şimdi sistemin dengesi bozuluyor. Kontrol benden çıkıyor. Benim elimde olmadan yakınlaşmalar gerçekleşecek, ailem özelime girecek, özelim aileme girecek.

Evlenmekten de bu yüzden korkuyorum. Sevgilimin bana göre en büyük artısı beni işgal etmemesi bana nefes alacağım alan vermesi, ondan ayrı olarak da bi hayatımın var olması, var oluşumu kabul etmesi, sınırlarımı çiğnememesi, bana saygı göstermesi. Hiçbir şey olmasa bile sırf bunlar için onunla evlenebilirim. Ama evlendiğimde ister istemez bir aileye dahil olacağım, zorunlu yakınlaşmalar olacak, şimdi kendi ailemde bağımsızlık bayrağını göndere çekmişken yeni bi ailede sınır savaşları vermek bana o kadar zor geliyor ki.



Yazdıkça düşünüyorum. Bu her yerde böyle. İşte de böyle. Sınırlarımı korumak için sürekli tetikte beklemem gerekiyor. Çünkü yeni bi okulda çalışıyorum yeni idareciler ve herkes birbirinin sınırını öğrenmek için yolun bittiği yere kadar gidiyor. Onlara yolun nerde bittiğini sık sık hatırlatmak zorundayım. İş ilişkisi ile arkadaşlığı birbirine karıştırmamakta da üzerime yok, sınırlarım o kadar net ki insanlar benden bi şeyler istemekten çekiniyorlar. Gerçi ben de kimseden bir şey istemiyorum mümkün mertebe, ne şamın şekeri ne arabın zekeri mantığı. Çünkü ben bir şey isteğimde onların da bunun karşılığında benden bi şey isteme hakları olacak ve ben böyle bir şeyle karşı karşıya kalmak istemiyorum. Her şeyin karşılığını ödemek zorundayım, karşılığını ödemeden hiçbir şey yapamıyorum ve buna rağmen seansın sonunda para veriyorum diye kani karşılığını veriyorum diye terapotik ilişkiyi yapay buluyorum. Oysaki ben hayatımda kimden ne istersem bunun karşılığında bi şeyler yapıyorum. Ailem beni okuttu bunun karşılığında başarılı oldum. İşte en temel karşılık mekanizmam. Başarısız olsaydım yüzüme vurulacaktı bundan eminim çünkü kardeşim karşımda örnek, onlardan beni okutmalarını istediysem karşılığı olmalıydı. Ve birinden bi şey istiyosam bunun karşılığı olmalı, bi şey yapmalıyım, çünkü bekler. Hatta biri benim hayatımdaysa bile bunun bi karşılığı olmalı, durup dururken neden olsun ki benim hayatımda…

Böyle bakınca o kadar samimiyetsiz, o kadar yapayım ki. Her yerde ne olmam gerekiyorsa oyum. işte disiplinli, evde umursamaz, sevgililikte aksi ama eğlenceli, arkadaşlıkta kafa dengi, eğitimde canavar gibi… nerde ne kadarı gerekiyorsa o. Ya da her şey aldıklarımın karşılığı. Şu an orayı tam olarak ayırt edemedim. Bilmiyorum. Hiçbir ilişkimin gerçek oluğuna inanmıyorum şu an. Yapayalnızım. Ama bu yalnızlık rahatsız etmiyor, herkesin yalnız olduğunu biliyorum. Hiç kimse iki insan değil.
Şu an bu yazıyı yazarken kendimi iyi hissediyorum, çünkü şu anımı kimse bilmiyor, herkesten izole bi şekide yazı yazıyorum, okuyan yok, muhtemelen buraya kadar okuyacak olan da yok. Dış dünyadaki yalnızlığımı gerçek anlamda yaşıyorum. Ve bu beni rahatlatıyor, suni olan ilişkiler kurmak zorunda değilim, insanları seviyomuş gibi görünmek zorunda değilim. Yalnızım be parmaklarım klavyede istediği tuşa dokunuyor. Klavye bana neden o tuşa dokundun demiyor, neden o kelimeyi kullandın demiyor. Bu yazının hesabını sormuyor Microsoft Office bana. Bunun için kimseye rapor  vermek zorunda değilim. Hatta mantıklı bi yazı yazmak zorunda değilim. İmla kurallarına uymak zorunda değilim, güzel cümleler afili kelimeler bulmak zorunda değilim. Bunu en başından dönüp okumak zorunda değilim. Hatta bu yazıyı yazınlamak zorunda bile değilim. Burada ben olabilirim. Ama ben.. ne demek lan ben… oraya hakim değilim. Hocam bilmediğim yerden sordunuz. Ben olmak ne demek henüz okumadım kitaplarda, kitaplarda nerde nasıl olması gerektiği yazıyo, aşağı yukarı dizilerden de öğreniyoruz nerde nasıl davranmamız gerektiini ama afedersiniz kendimiz olmayı henüz hiçbir yerde görmedim. Bi gün görürsem onu da öğrenirim. Öğrenince uygulamaya geçirmem kolay oluyo benim. Çok afedersiniz çenem düştü biraz kafam da bulandı nedenini anlamadığım bi şekilde. Nereden nereye bağladım bilmiyorum. Çok affedersiniz ne demek ya. Ne demek afedersiniz. Okuma kardeşim, yazdığım için neden ben af diliyorum. Ben yazarım sen okumazsın ödeşiriz. Kelime sayım fazla kaçtı diyr neden af diliyorum ben. Neden onu bile kontrol ediyorum. Parmak benim parmağım değil mi. Keime benim yazı benim değil mi. Kendi bloğuma atmayacak mıyım bunu. Afedersiniz çenem düştü diyen çenem kopsun. Ben koparayım çenemi. Hata yaptı cezasını ben veririm, her hatanın bir karşılığı olmalı çenemin cezası da kopmak olsun. Ve o cezayı ben uygulamalıyım.

Neyse. Yeter.

Neysen bahsetcektim ben. Heh terapiyi bitiresim gelmedi son seansta, çünkü geç kalmıştım ve yetmemişti bana, istersen beş dakika uzatalım dedi, evet uzatalım diyene kadar bin tane şey düşündüm. Ben isterim ama sizin dinlenme dakikalarınız, bunu işgal etmek istemem falan dünya kadar şey açıklıyorum. Sonra öteki yandan da düşünüyorum bu onu rahatsız edecek bi şey olsa zaten teklif etmez falan filan. Of yazarken bile yoruluyorum bunların hepsini söylüyorum bi de adama, neyse sonunda beş dakika uzattık ama ben yine kalkamıyorum bi de son seans olduğumu öğrenince hiç kalkasım gelmedi. Sonra beraber gitmeyi teklif etti, metrobüsle gdiyomuş meğer hatta küçük çamlıcada oturuyomuş bilmiyodum, hatta onun hakkında genel olarak bilinenler haricinde hiçbir şey bilmiyodum, çünkü o kadar gerçek dışıydı ki iletişimimiz benim gözümde ben bunların hiçbirini sormamıştım, neyse indim aşağı onu bekleyen biri vardı,  o aşağı inince ona şaka falan yaptı, gülmeler eğlenmeler oldu. sonra tanıştırdı beni, inci goncaymış adı danışanıymış o kadar şaşırdım ki arkadaşı ya da ne bileyim meslektaş falan olmasını bekliyodum, afalladım resmen, şaşkınlığımı saklayamadım, gerçekten mi dedim. Çünkü benim gözümde öyle bi samimiyet mümkün değildi. Zaten terapitim muhtemelen terapi odası dışında da kendisinin var olduğunu göstermek için beraber gitmeyi teklif etti bence manyıklı bi hareketti  yaptığı. Neyse ben diğer diğer kişi ve  terapistimiz aynı istikamete doğru yol aldık üçümüz, yürürken bi şekilde sordum bu işe nasıl başladığını gayet sammi hatta esprili bi şekilde anlattı terapistliğe başlama hikayesini, ben de bi iki takıldım derken bu ilişki gerçek bi boyut kazandı.



Bi şey daha farkediyorum. O kadar havadaki ki terapistim ondan bahsederken timur diye adını söyleyemiyorum, timur bey diye daha yukarı oturtamıyorum. Siz ve sen arasında bi saatin sarkacı gibi gidip geliorum. Çok havada boşlukta, bi yere koyamıyorum. Belki de bunu konuşmalıyım. Belki de değil kesinlikle konuşmalıyım. Mesafe ayarlaması konusunda şu an en zorlandığım kişi o, ne gerçek ne suni, ne var ne yok, saçma sapan bi konumda ve benim zihnim bu belirsizliği kaldıramıyor daha fazla. Bunu yazarken bile geriliyorum. Bu arada GERİlemek ve GERİL(e)MEK aynı kelimede çekimleniyor. Onu farkettim. Bunu bu bulanık kafa ile farketmiş olmama şaşırdım. Bugün bu yazıyı bitirmek istiyorum. Artık daha fazla cümle kurmak istemiyorum. Resim veye müzik eklemek isterdim ama gecenin ikisi oldu şu an arayacak güçte değilim, belki yarın eklerim. Yazıyı baştan okumamın da imkanı yok ama bi başlık bulmayılım, sahi konu neydi unuttum. Yapaylıktan bahsettim, iletişim ilişki kontrolünden ve ayarından evet. Yapay dünyanın iletişim yalanları olabilir sanki. Pardon dünya neden yapay olsun ki. Yapay olan bendim bunu neden dünyaya yayıyorum. Çok saçma benim dışımda gayet de insanların samimi olduğu bi dünya mevcut. Asla okunmayacak bi yazıya başlık aramam da ayrıca anlamsız bu arada ama ben bunu istiyorum bulmam lazım. Yapaylıktan gerçekliğe volüme 1 oldu bence. Timur hazadın’a ithafen olsun. Umarım bi şekilde denk gelip okumaz. Ya da okusun ya aman.


Defolup gidiyorum, buraya kadar okuduysanız helal olsun. 

5 Aralık 2015 Cumartesi

4 Aralık 2015 Cuma

Ballı Süt

Size güzel bi şey anlatmak istiyorum. 

Ballı süt. 

Psikanaliz seminerinden çıkmıştım, bi çarşamba akşamı, eve varmam on iki olmuş, o kadar yorulmuşum ki bacaklarım artık tutmamak üzere ve bedenim sinyaller veriyor, bip bip bip bip... 

Sevgilim, yoldayken eve git de sıcak bi duş al dedi, büyük bir ampul yandı zihnimde, gerçekten neden bunu düşünmemiştim acaba, sonra da bitki çayı içersin dedi ama bu ampul yakmadı, ıy o ne be bitki çayı :/ süt içerim dedim, en son ne zaman ılık süt içip yattığımı hatırlamıyodum, bu fikir çok cazip geldi bir anda. 

Peder beye bi konudan bahsedip yukarı çıkacaktım. Süt var mı dedim anneme, banyo yapıp süt içcem dedim, var dedi hem de çiftlikten geldi, bugün kaynattım. Acaba ısıtsam banyodan çıkana kadar soğur mu bi daha aşağı inmemiş olurum falan dedim (not:banyom, odam üst katta, alt kattaki mutfağı kullanıyoruz). Aman neyse inerim dedim çıktım. Sıcak süper bir duş ve sonra hazırlanma. Aşağı inip süt ısıtacaktım ki cezvede süt, ısıtılmış bi süt. Hissettiğim mutluluğu anlatamam, annem ben içeyim diye süt ısıtmıştı, gerçekten ben içeyim diye süt ısıtmıştı. Emin olamadım yine de hani zihnim evet diyo bu süt senin içindir ama kalbim emin olamıyor, o kadar kimse benim için bi şey yapmaz kafasındayım ki sorma ihtiyacı hissettim uyumaya hazırlanan anneme, evet dedi sana ısıttım. Düşünebiliyor musunuz annem bana süt ısıtmıştı. 

Bunun kime ne kadar basit geldiği benim umrumda değil. Bu benim için oldukça huzur verici bi andı. Biri bana bi karşılık beklemeden süt ısıttı. Ya biri ben istemeden ihtiyacım olan bi şeyi yaptı. Biri beni gördü. Beni annem gördü. Beni gören annemdi. 


O süte bal kattım, çıktım, içtim uyudum, akşam içtiğim iki fincan filtre kahvenin verdiği o uyanıklıktan eser kalmadı bi anda, anne sütü uyuttu beni, doymadığım ikizimle bölüşmek zorunda kaldığım süte doydum o gece, o süt memeden gelmişçesine sıcaktı, lezzetliydi, tatlıydı. Annem bana kendi sütünü vermişti, 24 yıl gecikmeli. Beni ihtiyacım olduğunda görerek, vermişti sütünü. Bu bi ateşkes olabilecek kadar değerli bir adımdı.
Bi gün sonra, ben banyoda uyumaya hazırlanırken merdivende ses duydum, biri odama doğru gitti ve döndü, çıkıp odama baktığımda bi bardak süt vardı komodinde duran, annemin de beni görme ihtiyacı vardı demek, bi gün sonra devam etti süt merasimi. Emin olamadım tabi yine, öyle bi onaylatma ihtiyacı var ki içimde, aşağı inip sordum sütü sen mi bıraktın, evet aradım açmadın dedi, telefon sessizdeydi teşekkür ederim dedim kaçtım.

İkinci gece huzur devam etti, gizli bi barış oldu sanki, evlen git demek yerine sen hala benim çocuğumsun dedi sanki ya da benim kulaklarım artık daha iyi duymaya başladı. Benim gözlerim artık daha iyi görmeye başladı. 


9 Kasım 2015 Pazartesi

Adım adım görünmezliğe - Eşi kaybolmuş çorap


Görülmeyen bi duygu, görünmeyen bi duygu, görülmemişlikten gelen bi duygu...
Yok oluyorum, bedenim yavaş yavaş eriyor sanki, kollarım eriyo damlıyor önce, mum gibi tıpkı, kimseyi sarılacak kol kalmıyo... 
Sırtımdan alevler çıkıyor, kimse sarılamıyor bana...
Göğüs kafesim ayrılıyor, içindeki organlar dışarı çıkıyor, görünmez oluyorum....
Görülmemiş çocukmuşum ben, hiç olmamışım, görülmek var olmak için yaşamışım her şeyi, şimdi her görülmediğimde kayboluyorum...
Görünmezliği ben buldum işte, bedenimi yok etmeyi...
Siz bana bakmadığınızda yok oluyorum, görünmez kahraman oluyorum... 
Kaçmak istiyorum, tolore edemiyorum. 

Ben buldum görünmezliği ben, görünmüyorum ben, hayalet gibiyim burda, anlamı yok burda olmamın. Yürüyecek ve yürütecek gücüm yok, ayaklarım kesiliyo, kaçacak gücüm bile yok, çığlık atmak istiyorum. Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. 



Siz hiç yürürken hava akımını bozduğunuzu düşündünüz mü, hava akımını bozmak canınızı yaktı mı?
Görünmez bi akım olmak isterdim ben.
Hamağın ağaca bağlandığı ip olmak isterdim.
Mutfak çekmecesinde yumurta fırçası olmak isterdim.
Bozuk bir uzaktan kumandalı araba olmak isterdim.
Bi eşi kaybolmuş çorap gibiyim, gereksiz, işe yaramaz, çöpe atılmak isterdim...