11 kasımda seansta şunun gibi cümleler kurmuştum. Bu ilişki
suni, gerçek bir ilişki değil, para verdiğim müddetçe varım, gerçek değil
yapay. Terapistim de bunun kendisi açısından öyle olmadığını söylemişti. Ben
yeniden aynı cümleleri söylemiştim. Onu buna ikna etmeye çalışır gibi, neyse… Yalnız
cümleler ne kadar açık uçlu başka yerde kullansan orospuya söyleyebilirsin,
terapistler olarak biraz orospuya benziyoruz galiba, para karşılığı ilişki
kurmak falan. Neyse ki benim ücret almadan yaptığım terapilerim var. Diğerleri
düşünsün bunu. Zihnim çok dağınık, zorlanıyorum yazarken.
Neyse iki hafta sonraydı 24 kasımda seansım vardı yine. O
akşam yine orada süpervizyon toplantısı vardı, 15-20 terapist toplanıyor
vakalarını sunuyor tartışılıyor, fikir alışverişi yapılıyor falan, benim
terapistim de otorite bilirkişi olarak bunu sürdürüyor, evet sağlam bir
terapistim var Timur Harzadın, neyse bana katılmak ister misin diye sordu
seanstan sonra güçlü hissedersem katılırım dedim beni başkalarının yanında
görecek olmak sende ne hissettirecek diye sordu, bu ilişkinin suni olduğunu
düşündüğümü konuşmuştuk onun için bu ilişkinin gerçeklik boyutu kazanması için
fırsat olduğunu düşünüyorum gibi bi şeyler söyledim, histen ziyade düşünceye
kaydım yani, tekrar sordu bilmiyorum dedim, duygular konusunda pek iyi
olmadığım kesin. Neyse ilk kez terapi odası dışında terapistimi görecektim. Ben
de gerçekten ne hissedeceğimi merak ediyordum. Terapiden sonra biraz
dağılmıştım. Toparlamak için bir saatim vardı. Merdivenlerde sigara içtim.
Toplantıyı bekleyen terapistlerle tanıştım derken Mustafa geldi. Mustafa Gödeş,
enstitüden arkadaş. Bir gün Mustafa’yı gördüğüme bu kadar sevineceğim aklıma
gelmezdi. O an boynuna sarılmak istedim. Tanıdık bi yüze ihtiyacım varmış meğerse,
yabancı gibiymişim orada, onu görene kadar fark etmemiştim öylesine net bi
şekilde. Ama bu yabancılığı sık sık yaşıyorum. İçimde sürekli benim burada ne
işim var hissi. Neyse yine dağıldı zihnim, paragraf başı yapayım bari.
Toplantı başladı, insanlar vakalarını sundu, fikirler
konuşuldu, ara verildi, tekrar başlandı, ben hasta gibiydim, uykum vardı,
yorgundum benim dışımda her şey olması gerektiği gibiydi, çok seviyeli bir
ortam vardı, terapistim (ki oranın kralı) herkesle olması gerektiği kadar bi
samimiyet ve iyilik halindeydi, her şey çok normaldi, fazlasıyla normal.
Birkaç gün önce
9 aralıkta yine seansım vardı, bana toplantıda ne
hissettiğimi sordu, suni geldiniz dedim, samimi değildi dedim, ne olsaydı
samimi oldurdu dedi, bi keyifli kahkaha olsaydı samimi olurdu dedim, burası da
suni konuştuk kaç kere dedim, neyse sonra dedim ki hayatımdaki her ilişki suni…
Sonra yavaş yavaş aydınlanma geldi. Attığım bok elimdeydi aslında. Ya dedim
galiba suni olan benim. Yapay olan benim, o yüzden her şey suni geliyor. Sonra
benim bu yapaylığım üzerine konuştuk. Tabi yetmedi kaç gündür bunu, ilişki ve
iletişim kontrolümü düşünüyorum. Çok garip, bir aydır bu terapinin yapay
olduğunu düşün ama en sonunda yapay olanın kendin olduğunu fark et. Yapay
olmamak ne demek bilmiyorum galiba ben. Bazı roller var onlara giriyorum. Her
yerde olması gerektiği için, olmadı gerektiği kadar, olması gerektiği gibi
oluyorum. Seansta bile bir yetişkin bir çocuk bir bilge oluyomuşum, gerçek
değilmişim. Haklıydı ya. Gerçek olmayan bendim yapay olan suni olan. Sabit ve
net duran bi terapistim var, adam olduğu yerde duruyor ve ben sürekli mesafe
ayarı yaparak bi yaklaşıyorum bi uzaklaşıyorum. İçimi açamıyorum olduğu gibi
ortaya koyamıyorum, törenle açıyorsun dedi haklıydı, ne için gidiyorum ne
yapıyorum. Ama var olan bi şeyi koymuyor değilim ki, arkadaş var da mı
vermiyorum, bulamıyorum çıkaramıyorum, bilinçdışı gerçekleşiyor bu, altta ne
bok var bilmiyorum, çöplük var giremiyorum, kapılar var kilitli açılmıyor, omuz
vura vura çürüttüm her yerimi, giremiyorum içeri işte.
Kontrol sende olunca rahatsın dedi, ben sabit bi şekilde
duruyorum sen ayarlamayı yapıyosun ben hiç değişmiyorum, bu sana iyi geliyor
ama senden aldım onayı bugün ben de biraz kafama göre takılıyorum bu sana kötü
hissettiriyor dedi. Allah belasını vermesin ki öyleydi, bi iletişimin ilişkinin
kontrolü bende olmayınca felaket bi his yaşıyorum. Bir insana yaklaşmam
uzaklaşmam benim kontrolümde olmazsa işgal edilmekten korkuyorum. Sevgilimin
annesinin öğretmenler gününde çiçek göndermesi buna dahil mesela, benim
kontrolümden çıkan bi yakınlaşma, bunu asla durduramıycam, işgal edilcem,
istila edilcem zaptedilcem hapsedilcem, of şu an bile öyle gerildim ki.
Sevgilimle ailemi tanıştıracak olmak mesela, kendi ailemle zorunlu
yakınlaşmalarım, onlara kendi özelimi sevgilimi gösterecek olmak benim içim o
kadar zor ki. Onlar hiç bu kadar yakın olmamışlardı bana, onları kendi hayatıma
bu kadar dahil edecek olmak benim için o kadar büyük problem ki. Şimdi benim
hayatımda var olacaklar, ispatlanacak varlıkları ki ben onları ‘yok’un bir adım
üstüne konumlandırmıştım. Şimdi sistemin dengesi bozuluyor. Kontrol benden
çıkıyor. Benim elimde olmadan yakınlaşmalar gerçekleşecek, ailem özelime
girecek, özelim aileme girecek.
Evlenmekten de bu yüzden korkuyorum. Sevgilimin bana göre en
büyük artısı beni işgal etmemesi bana nefes alacağım alan vermesi, ondan ayrı
olarak da bi hayatımın var olması, var oluşumu kabul etmesi, sınırlarımı
çiğnememesi, bana saygı göstermesi. Hiçbir şey olmasa bile sırf bunlar için
onunla evlenebilirim. Ama evlendiğimde ister istemez bir aileye dahil olacağım,
zorunlu yakınlaşmalar olacak, şimdi kendi ailemde bağımsızlık bayrağını göndere
çekmişken yeni bi ailede sınır savaşları vermek bana o kadar zor geliyor ki.
Yazdıkça düşünüyorum. Bu her yerde böyle. İşte de böyle. Sınırlarımı
korumak için sürekli tetikte beklemem gerekiyor. Çünkü yeni bi okulda
çalışıyorum yeni idareciler ve herkes birbirinin sınırını öğrenmek için yolun
bittiği yere kadar gidiyor. Onlara yolun nerde bittiğini sık sık hatırlatmak
zorundayım. İş ilişkisi ile arkadaşlığı birbirine karıştırmamakta da üzerime
yok, sınırlarım o kadar net ki insanlar benden bi şeyler istemekten
çekiniyorlar. Gerçi ben de kimseden bir şey istemiyorum mümkün mertebe, ne
şamın şekeri ne arabın zekeri mantığı. Çünkü ben bir şey isteğimde onların da
bunun karşılığında benden bi şey isteme hakları olacak ve ben böyle bir şeyle
karşı karşıya kalmak istemiyorum. Her şeyin karşılığını ödemek zorundayım,
karşılığını ödemeden hiçbir şey yapamıyorum ve buna rağmen seansın sonunda para
veriyorum diye kani karşılığını veriyorum diye terapotik ilişkiyi yapay
buluyorum. Oysaki ben hayatımda kimden ne istersem bunun karşılığında bi şeyler
yapıyorum. Ailem beni okuttu bunun karşılığında başarılı oldum. İşte en temel
karşılık mekanizmam. Başarısız olsaydım yüzüme vurulacaktı bundan eminim çünkü
kardeşim karşımda örnek, onlardan beni okutmalarını istediysem karşılığı
olmalıydı. Ve birinden bi şey istiyosam bunun karşılığı olmalı, bi şey
yapmalıyım, çünkü bekler. Hatta biri benim hayatımdaysa bile bunun bi karşılığı
olmalı, durup dururken neden olsun ki benim hayatımda…
Böyle bakınca o kadar samimiyetsiz, o kadar yapayım ki. Her yerde
ne olmam gerekiyorsa oyum. işte disiplinli, evde umursamaz, sevgililikte aksi
ama eğlenceli, arkadaşlıkta kafa dengi, eğitimde canavar gibi… nerde ne kadarı
gerekiyorsa o. Ya da her şey aldıklarımın karşılığı. Şu an orayı tam olarak
ayırt edemedim. Bilmiyorum. Hiçbir ilişkimin gerçek oluğuna inanmıyorum şu an. Yapayalnızım.
Ama bu yalnızlık rahatsız etmiyor, herkesin yalnız olduğunu biliyorum. Hiç kimse
iki insan değil.
Şu an bu yazıyı yazarken kendimi iyi hissediyorum, çünkü şu
anımı kimse bilmiyor, herkesten izole bi şekide yazı yazıyorum, okuyan yok,
muhtemelen buraya kadar okuyacak olan da yok. Dış dünyadaki yalnızlığımı gerçek
anlamda yaşıyorum. Ve bu beni rahatlatıyor, suni olan ilişkiler kurmak zorunda
değilim, insanları seviyomuş gibi görünmek zorunda değilim. Yalnızım be
parmaklarım klavyede istediği tuşa dokunuyor. Klavye bana neden o tuşa dokundun
demiyor, neden o kelimeyi kullandın demiyor. Bu yazının hesabını sormuyor Microsoft
Office bana. Bunun için kimseye rapor
vermek zorunda değilim. Hatta mantıklı bi yazı yazmak zorunda değilim. İmla
kurallarına uymak zorunda değilim, güzel cümleler afili kelimeler bulmak
zorunda değilim. Bunu en başından dönüp okumak zorunda değilim. Hatta bu yazıyı
yazınlamak zorunda bile değilim. Burada ben olabilirim. Ama ben.. ne demek lan
ben… oraya hakim değilim. Hocam bilmediğim yerden sordunuz. Ben olmak ne demek
henüz okumadım kitaplarda, kitaplarda nerde nasıl olması gerektiği yazıyo,
aşağı yukarı dizilerden de öğreniyoruz nerde nasıl davranmamız gerektiini ama
afedersiniz kendimiz olmayı henüz hiçbir yerde görmedim. Bi gün görürsem onu da
öğrenirim. Öğrenince uygulamaya geçirmem kolay oluyo benim. Çok afedersiniz
çenem düştü biraz kafam da bulandı nedenini anlamadığım bi şekilde. Nereden nereye
bağladım bilmiyorum. Çok affedersiniz ne demek ya. Ne demek afedersiniz. Okuma kardeşim,
yazdığım için neden ben af diliyorum. Ben yazarım sen okumazsın ödeşiriz. Kelime
sayım fazla kaçtı diyr neden af diliyorum ben. Neden onu bile kontrol ediyorum.
Parmak benim parmağım değil mi. Keime benim yazı benim değil mi. Kendi bloğuma atmayacak
mıyım bunu. Afedersiniz çenem düştü diyen çenem kopsun. Ben koparayım çenemi. Hata
yaptı cezasını ben veririm, her hatanın bir karşılığı olmalı çenemin cezası da
kopmak olsun. Ve o cezayı ben uygulamalıyım.
Neyse. Yeter.
Neysen bahsetcektim ben. Heh terapiyi bitiresim gelmedi son
seansta, çünkü geç kalmıştım ve yetmemişti bana, istersen beş dakika uzatalım
dedi, evet uzatalım diyene kadar bin tane şey düşündüm. Ben isterim ama sizin
dinlenme dakikalarınız, bunu işgal etmek istemem falan dünya kadar şey
açıklıyorum. Sonra öteki yandan da düşünüyorum bu onu rahatsız edecek bi şey
olsa zaten teklif etmez falan filan. Of yazarken bile yoruluyorum bunların
hepsini söylüyorum bi de adama, neyse sonunda beş dakika uzattık ama ben yine
kalkamıyorum bi de son seans olduğumu öğrenince hiç kalkasım gelmedi. Sonra beraber
gitmeyi teklif etti, metrobüsle gdiyomuş meğer hatta küçük çamlıcada oturuyomuş
bilmiyodum, hatta onun hakkında genel olarak bilinenler haricinde hiçbir şey
bilmiyodum, çünkü o kadar gerçek dışıydı ki iletişimimiz benim gözümde ben
bunların hiçbirini sormamıştım, neyse indim aşağı onu bekleyen biri vardı, o aşağı inince ona şaka falan yaptı, gülmeler
eğlenmeler oldu. sonra tanıştırdı beni, inci goncaymış adı danışanıymış o kadar
şaşırdım ki arkadaşı ya da ne bileyim meslektaş falan olmasını bekliyodum,
afalladım resmen, şaşkınlığımı saklayamadım, gerçekten mi dedim. Çünkü benim
gözümde öyle bi samimiyet mümkün değildi. Zaten terapitim muhtemelen terapi
odası dışında da kendisinin var olduğunu göstermek için beraber gitmeyi teklif
etti bence manyıklı bi hareketti
yaptığı. Neyse ben diğer diğer kişi ve
terapistimiz aynı istikamete doğru yol aldık üçümüz, yürürken bi şekilde
sordum bu işe nasıl başladığını gayet sammi hatta esprili bi şekilde anlattı
terapistliğe başlama hikayesini, ben de bi iki takıldım derken bu ilişki gerçek
bi boyut kazandı.
Bi şey daha farkediyorum. O kadar havadaki ki terapistim
ondan bahsederken timur diye adını söyleyemiyorum, timur bey diye daha yukarı
oturtamıyorum. Siz ve sen arasında bi saatin sarkacı gibi gidip geliorum. Çok havada
boşlukta, bi yere koyamıyorum. Belki de bunu konuşmalıyım. Belki de değil kesinlikle
konuşmalıyım. Mesafe ayarlaması konusunda şu an en zorlandığım kişi o, ne
gerçek ne suni, ne var ne yok, saçma sapan bi konumda ve benim zihnim bu
belirsizliği kaldıramıyor daha fazla. Bunu yazarken bile geriliyorum. Bu arada
GERİlemek ve GERİL(e)MEK aynı kelimede çekimleniyor. Onu farkettim. Bunu bu
bulanık kafa ile farketmiş olmama şaşırdım. Bugün bu yazıyı bitirmek istiyorum.
Artık daha fazla cümle kurmak istemiyorum. Resim veye müzik eklemek isterdim
ama gecenin ikisi oldu şu an arayacak güçte değilim, belki yarın eklerim. Yazıyı
baştan okumamın da imkanı yok ama bi başlık bulmayılım, sahi konu neydi
unuttum. Yapaylıktan bahsettim, iletişim ilişki kontrolünden ve ayarından evet.
Yapay dünyanın iletişim yalanları olabilir sanki. Pardon dünya neden yapay olsun
ki. Yapay olan bendim bunu neden dünyaya yayıyorum. Çok saçma benim dışımda
gayet de insanların samimi olduğu bi dünya mevcut. Asla okunmayacak bi yazıya
başlık aramam da ayrıca anlamsız bu arada ama ben bunu istiyorum bulmam lazım. Yapaylıktan
gerçekliğe volüme 1 oldu bence. Timur hazadın’a ithafen olsun. Umarım bi şekilde
denk gelip okumaz. Ya da okusun ya aman.
Defolup gidiyorum, buraya kadar okuduysanız helal olsun.
Okudum sonuna kadar...Acaba sen de okuyup görecek misin yazdıkları mı?
YanıtlaSilSaç yumağı gibi olmuş duyguları bilirim.Çok anlı ve eş zamanlı düşünme sonucu çoklu gelen duyguları ve yarattığı karışımı...Çoklu duygular ruhu yorar..Ve önce sadece sen anormal olduğunu düşünürsün.Sonra bana benzerler var dersin. Sonra kendini kabullenmeyle başlarsın yeni bir yola...Sonra sonraları fark edeceksin biliyor musun? Hep dış vericileri yorumlamışsın.Hep dış vericileri almışsın ki kendini dış vericilere göre ayarlamışsın ve sonra kendinden olanı bile dışarıdan sanmışsın. İpleri eline vermişler ama onlara göre kendini ayarlamaya öyle alışmışsın ki... İplerini koparmak zor ve zaman alan bir süreç.Önce birden çok düşünme zamanlarında (ki bu düşünme takıntısı) ne yaptığını fark edip kendini kontrol etmeli ve tekli düşüncelerle ilerlemelisin. Önce bir ruha nefes aldırmak lazım çünkü. Sonra sonra ise yüzme öğrenmek gibi, suda çırpınmadan usulca kendini salmalısın hayata....Neden yazmak istedim zamanım olsa daha çok yazarım....Senden hallice hallerdeyim. Öğretilmiş kalıplardan, sömürülmüş ruhlardan, sınırlardan, nevrozlardan kurtulmaya çalışıyorum..Bazen kendimi serin sulara atarak suyun altına sızan ışığa bakarak yukarı doğru kollarımı çırpıp yeniden doğmak istiyorum..
Bazen bebek olup annem başımı okşayıp uyandırsın istiyorum..Ama en önemlisi herşeyi baştan yazabilirim hatta eskisinden daha güzel..Yürümeyi öğrenmek gibi daha sık düşmeye başladım ayağa kalkmaya çalışırken...Olmayacak diye düşündüğüm anlar olmuyor değil tabi ki..Tam kendimi düzelttim derken bir engel çıkmıyor değil...Ama artık tecrübelerim var hayatta edindiğim...Hayat nefes aldığın sürece yeniden doğuş anı verir sana...Umarım ben de timur beye ulaşabilir ve yolculuğuma onunla devam ederim...Belki genetik olarak taşıdığım duygu durumu ve beyin işleyişimiz,3. gözümüz değişmez ama belki onlarla mutlu olmayı öğrenebiliriz...Belki mutlu olmak sadece su içmek, nefes almak kadar basittir....
Okudum. Okudum ve uzun süre sustum. Cevap yazmamak gibi kabalık yapmak istemedim. Ama susmak gibi bir cevabı buraya bırakmak istiyorum...
Sil