29 Şubat 2016 Pazartesi

Füzyon

Şimdi bir sevişmek düşlerim ben ibadet eder gibi derim. Bilirim siz taşlarsınız beni, size uymaz kafam. Kafam benim ayrı dünya, ruhum ayrı, bedenim ayrı.
Konuyu dağıtmayalım. Ben ibadet eder gibi sevişebilirim, huzurla…Siz yapabilir misiniz bilmem, haset sizin.

Sizi böldüm kendimden. Benden ayrısınız, benden ziyade olabilirisiniz… Herkes ve her şey birbirinden ayrı… Siz de ben de… Hatta ben sizden daha ziyade. Ben… “Ben” derken bölünüyorum ben… Ruhum bedenimden, bedenim beynimden ayrılıyor… Üç parça oluyorum; başım, vücudum, ruhum… Bedensel füzyonum bozuluyor yani.

Füzyon demişken geçen Arslanbenzer köşkünde füzyon anlattı Melek, şiirde nasıl oluru Hakan abi anlatacaktı. Şiir evet, küçük bir şair çevrem var. Bense zerre anlamam şiirden. Bu yazının cümlelerini alt alta yazar şiir diye kakalarım en fazla. Benden şair olmaz. Yazıyorum işte, ahan da tam böyle. Bir şiir kitabı bitirip bitirmediğimi uzun süre düşündüm hatırlayamadım o akşam konuşurken. Allah’ım şair arkadaşım var ve kitabını okumadım dedim, gerçi ben hiç şiir kitabı bitirmedim dedim.  Hakan abi cahilliğini bu kadar belli etme dedi. Şiir kitabı bitirmemiş olmanın cahillik olduğu onun fikri, ben bu füzyona dâhil değilim. Zira sonradan hatırladım evet bitirdiğim şiir kitabı vardı. Gözleri intihar mavi… He bunu bitirdiğim için cahillikten yırtmadım o ayrı ama cahil de olmadım. Zira cahillikle şiirin arasında bir korelasyon kuramıyorum. Şiir cahili olabilirim belki. Evet olabilirim, şiir cahili olabilirim.
Neyse konuyu dağıtmakta üstüme yok, ne diyordum. Füzyonum bozuluyor. Biliyorum füzyon ne anlamıyorsunuz ama bunu anlatmak benim için o kadar zor ki sırf siz anlayın diye bu işe girmeyeceğim. Zira siz benim umurumda değilsiniz. Diyorum ya füzyonum bozuluyor. O yüzden umurumda değilsiniz. Bozulmasaydı umurumda olurdunuz. Şükür olsun füzyonumu bozana. Minnet duyuyorum bu bozuma aracı olana.

Bu yazıdan bir şey anlamadığınızı biliyorum. Füzyonun ne olduğunu bilmiyor olabilirsiniz, bu benim için önemli değil. Benim için önemli olan bunları yazıya dökmek, bir şekilde içimdeki şeyleri çıkarmak koymak ortaya. Birinin anlamasının zerrece önemi yok gözümde. Zaten bölük pörçük oldu hiçbir şey yazmadım sayıyorum. Bu ara çok duygu birikti içimde neresinden tutayım bilmiyorum. Belki toparlar yeniden yazarım. 

Amaaan ben sıkıldım kendimden, yazıya kafam girsin.

15 Şubat 2016 Pazartesi

Fermante Ayna

 Fermante bir hayat yaşıyorum. Özümü kaybettim. Yeni bir ben oldum benden ziyade. Isı verdim, köpürdüm, çürüdüm. Benlikten çıktı benliğim. Fermante oldum başka bir şeye dönüştüm, belki içimdeki şeye, en derine. Neye dönüştüğümü bilmiyorum henüz,  tadıma bakamadım.
Zaten ne gerçek bilmiyorum. Hangi ben gerçek?  Hangi ilişkim gerçek? Herhangi birine karşı bir duygum var mı?
Girdiğim her yerde meslek insanı mı oluyorum. Neden bu meslekteyim. Her zaman her yerde nötr olmak zorunda mıyım? İki adım yaklaşsam üç adım kaçıyorum. Bu mesafe ayarının altında yatan şey ne? Neden kontrol ediyorum?
Ben insanları hissedemiyorum. İnsanlar ve hayattaki her şey benim için silüet. Durup durup alakasız bi yere geçiyorum ama bu cümlelerin arasında bazen 10 dakikalık zamanlar oluyor. Zihnim sürekli kendiyle kavga halinde. Beynimin bi tarafı bi şey söylüyor, diğer tarafı reddediyor. Biri bi şey sunuyor, diğeri eleştiriyor engelliyor. Kimi temsil ediyor bu sesler henüz bilmiyorum. Bulamıyorum. Sadece hiçbir şey yapmadan yorulabiliyorum. O kadar yoruluyorum ki hem de kolumu kaldıramıyorum. Kolumu kaldıramadığım için kimseye sarılamıyorum ben. Ben sarılmayınca kimse de sarmıyor beni. Çünkü her şey karşılıklı. Oysa benim kollarım yok. Bunu görmüyorlar. Benden kol bekliyorlar, insanda rejenerasyon yok bilmiyorlar mı, kol kesilince yenisi gelmiyor, kurbağa kuyruğu değil ki, kol bu kol, boru gibi.
Neyse meslekten bahsetmek istiyordum size aslında. İnsan neden bu mesleği seçer, insan neden terapist olmak ister. Evet derinlerde bi çöplük mutlaka vardır orası ayrı, hatta en büyük çöplük bence terapistlerindir ama benim terapistlik yolum biraz daha farklı sebeplere dayanıyor sanırım. Benim gerçek olduğuna bir türlü inanmadığım ilişkilerim var. Her yerin yapay, suni geldiği bi dünyanın içindeyim, çünkü ben öyleyim. Benim oluşturduğum evrende her şey silüet. Gerçekliğin sadece bir yansıması. Yaşadığım hiçbir şeyi gerçekten hissedemiyorum. Belki bunu anlamıyorsunuz belki saçma geliyor ama bu bende böyle. Şimdi terapistlikle beraber bu ilişki örüntümü tekrarlıyorum. Gerçek olduğu her zaman sorgulanan ilişkiler kuruyorum seans odasında. Çünkü hayatımdaki her şey böyle, işim de böyle olmalıydı.
Meslek seçimimin şöyle de bir tarafı var, dokunulması gereken… Bu meslek beni konuşturuyor. Ben konuşuyorum insanlar dinliyor, insanlar merak ettiklerini soruyorlar, ben açıklıyorum. İnsanlar beni görüyor yani. Sadece ihtiyaçları olduklarında görüyorlar, sadece bilgimi görüyorlar ama beni görüyorlar, var oluşum psikoloji bilgimle gerçekleşiyor. Bilmezsem yok olurum. Elimde sadece bilgim var. Beni kabul etmeniz için başka hiçbir sebep yok çünkü gözümde. Onun için yapay geliyor her şey. Bilmeseydim diyorum, sorduğunuzda öyle kalsaydım diyorum, o zaman görecek miydiniz, varlığımı kabul edecek miydiniz benim? O zaman sevecek miydiniz beni? Bi şeyler başarana kadar kim sevdi ki beni? Annem mi? Babam mı? Koşullu sevgilerinizin ürünüyüm ben. Sizin yüzünüzden başarılı olmak zorunda kaldım. Sizin yüzünüzden terapist olmak zorunda kaldım.
Bunu yazarken içim o kadar darlandı ki boynumdaki kolyeyi çektim. Elimde kaldı filmlerdeki gibi. Şaşırdım ve inandım sahte sahnelere.  Olunca oluyormuş demek ki. Sahtelikten gerçekliğe geçilebiliyormuş.


Peki neden tuttum o kolyeyi? O kolye neyi temsil ediyordu, neyden kurtulmaya çalıştım? Bu sorular mesleğin yan etkisi mi peki? O son bilgiyi öğrenmeyecektim diyecek miyim bu farkındalığa varınca? Bilmiyorum şu son soruların hiçbirinin cevabını bilmiyorum. Sadece her şeyin bi anlamı olmalı ondan eminim. Kolyenin ve onu vücudumdan uzaklaştırmış olmamın bi anlamı olmalı. Kendime doğum günü hediyesi olarak aldığım zarif bir kolyeydi, belki de var oluşumu doğum günümü reddettim. Facebookta bile doğum günüm gizli benim. Dünyada var olduğum gerçeğini nasıl saklayabilirim onun derdindeyim. Bununla beraber hayır saklamak değil göstermek istiyorum, görülmek bilinmek istiyorum diye bu mesleğe giriyorum. Ne bok yiyorum ben de bilmiyorum. Gerçekten, ben nerdeyim. Fermantasyon geçirmekten canım çıktı, sarap oldum, üzümlükten eser kalmayan. Üzüm oldum tohumdan ziyade.  Ben ki benden öte. Neredeyim bilmiyorum. Sesim yankı yapabilecek kadar yükselir mi emin değilim. Yankı yaparsa sesim ne hissederim bilmiyorum. Sahi ne hissederim? Bilemedim, ben beni bilemedim.
Ayna kendini görmez demek istedim birden, neden bilmiyorum. Kendimi neden ayna yaptım onu da bilmiyorum. Ayna, yansıtma camı. Kendi görüntüsü yok. Her şey var, o yok….
Belki de farkında olmadan çok doğru bir şey söyledim. Ayna. Ne kadar da ayna bir insansınız beyefendi? İyi bir şey söylemiş gibi oldum aslında ne kadar da yoksunuz, farkında mısınız demek istedim. Sizin haricinizde her şey yansıyor farkında mısınız demek isterdim. Farkında mısın Merve demek isterdim. Sen yoksun demek isterdim. Bir ayna kadar yoksun demek isterdim. Timur daha ilk seans söyledi, sen şimdi hissediyorsun salak demek isterdim. Salak demek isterdim kendime.
Ben varlığımı hissetmek için bile birinin acı çekip terapiye başlamasını, benle ilişki kurmasını bekliyorum. Sırf var olmak için birilerine yardım ediyorum. Varlığımı süreli ve kurallı ilişkilerle ortaya koyuyorum. 
Nasıl ve nerde biterse bitsin yazı.
Yeter. Uyumalıyım.

İyi zamanlar. 

14 Şubat 2016 Pazar

04.08.2015 Onur'a

Bana gelene kadar bütün kelimeler söylenmiş olabilir mi
Tüketildi mi petrol rezervleri gibi bütün büyülü kelimeler de
Seni anlatmak için bana kelime kalmadı mı
Dilimde tüy bitsin istemiyorum 
Yalnızca bir kelime söylemek istiyorum 
Bir kelime ve aynı anda aynı noktada olmak
Ki iki kişinin aynı anda aynı noktada olması imkansızdır
İmkansızı gerçekleştirmek istiyorum sadece tek bir kelime ile
Kelimelerin bazı anlamlara gelmediğini okumuştum bi kitapta inanmak üzereyim 
Bi kelime arıyorum çünkü 
Seni sana anlayabilecek nefes gibi bir kelime, derin ve engin 
Ya da bir tanılama 
'Sokak kedisi' kadar mükemmel bir tanılama... 
Yok
Bilmiyorum ben o kadar kelime 
Elimi kolumu nereye koyduğumu anlatabilecek kadar benim kelimelerim 
Ben haznemdeki kelimelerle Freud'u anlatırım mesela
Freud bilmez onu anlattığımı
Ben kelimelerimi gökyüzüne fısıldarım 
Kendi kendine konuşana deli derlermiş, 
gökyüzü umursamaz deliliğimi
Ben kelimelerden fırında mücver bile yaparım mesela 
Kelimelerin mi mücverin mi daha lezzetli olduğu bilinmez
Ben kelimeleri tespih tanesi gibi dizip Şırnak'tan İstanbul'a yol yaparım 
Sen gelirsin o yoldan
Yolu benim yaptığım bilinmez 
Ben kelimelerden ağaç dallarına kuşlar çizerim
Öterler, habersiz... 
Ölürler, habersiz...
Ama 
Yapamam seni
Anlatamam seni
Çizemem seni
Gösteremem seni
Bir kelime bulsam yeni
Uydursam tüm kelimeler gibi
Etimoloji sözlükleri en hüzünlü kitaplarmış gibi gelir bana 
Binlerce kelime hikayesi
Bi tane de senin için kelime eklense
Hüzne hüzün katmak yakışmasa da bize...
Bi kelime bulsam yeni
Toplasam alfabenin en az kullanılan harflerini 
Farklı kombinasyonlarla heceler oluştursam
Seçsem en güzel fonetiği
Kısa öz
Anlamlı 
Anlamı sen olsan
Ben o kelimeyi söyleyince herkes anlasa seni
'Anne' gibi bir kelime 
Cana kaynaklık eden
Ruhundan kanından beslendiğin
Öyle bi kelime 
Eşsiz 
Sana öz...
Seni sana
Seni bana
Seni yedi cihana anlatan tek bir kelime... 
Sesin olan
Senin olan
Sen olan 
Sana öz...

9 Şubat 2016 Salı

Nişandan sonra, evliliğe dair...

Bu ara yazmaya başlamak konusunda sıkıntı yaşıyorum. Başladığım ilk paragrafı silip salak salak bakıyorum ondan sonra. Sonra tekrar başlıyorum, sonra tekrar.

Biliyo musunuz ben nişanlandım. Artık ayrılırsam nişan attı olcam. Evlenip ayrılsam da boşanmak zorunda kalacağım. Evet ilişkilere bakışım bu. Yoksa parmağıma taktığım yüzüğün ya da attığım imzanın bi anlamı yok bence. Zaten evlilik kurumsal olarak başlı başına anlamsız. Çünkü bir kurum. Kurum varsa insan yoktur. Kurum varsa her ilişki kurallara göredir. Yapılması gereken şeyler vardır. Şu saatte yemek yenir, şu saatte seks yapılır, faturaları şu öder, alışverişi şu yapar nokta nokta nokta. Sosyoevrimsel açıdan evlilik nasıl yerleşti bilmiyorum insanlık tarihine ama kim yerleştirdiyse yaptığı hiç hoş değil bilsin. Biriyle birlikte ve özgür bi şekilde yaşamak için imza atmak ve hukuksal birlik sağlamak çok saçma. Hukuksal birliğe ihtiyacı olanlar için belki bu sağlanmalı ama birlikte yaşayıp nikâh yapıp yapmamak çiftlerin tercihine bırakılmalı ve toplum bunu normalleştirmeli şeklinde Türkiye’ye aykırı isteklerim var. Aile dediğimiz saçma sapan bir şeyin içindeyiz zaten, yüzünü görünce geldi yine tipiniz siktiğim dediğim insanların yüzüne sırf nişanlanan benim diye gülmek yapaylığını yaşadığım için öfkem var. Ayrıca nişanlanmak gibi bi saçma durumu yaşadığım için de öfkem var zira tek bir mantıklı açıklamasını göremiyorum nişan dedikleri şeyin. Bununla beraber benden ailem olmayan birilerine anne baba dememi beklemelerini de anlamıyorum. Hayır kendi annem babam yetmezmiş gibi neden yenilerine sahip oluyorum. Hayır sırf oğullarıyla beraber yaşayacağım diye neden anne baba diyim ben yirmi beş yaşında tanıdığım insanlara. Nikah yaptık hukuksal birlik oluşturduk yetmedi bir de anasına babasına ana baba diyoruz. Zaten beraber yaşıyorum diye bunu yedi düvele duyurmanın anlamı ne ya. Üç beş insan otursak muhabbet etsek dönsek evimize sevişsek olmaz mı? Aman neyse yıllardır bu ve benzeri cümleler söyleyip nişan yaptım, zorla yaptırıldı emimin ki nikahtan balayına gidelim fikrim de tutmayacak ve ben sağlamından düğün yapcam. Ama eminim ki onda da nişan yaparken hissettiğim şeyler olacak. Tüm organizasyon sanki benim değil de yakın bi arkadaşımınmış hissi… Evet nişan hazırlığı sırasında hissettiğim ana duygu buydu. Her şeye yabancıydım. Sanki olayın benle alakası yok. Birileri istedi ve olması gerektiği için olan şeyler vardı ve benim de süreçle yakından ilgilenmem istenmişti ben de her şeyi bir görev gibi alıp yaptığım kadar yaptım. O kadar. İşleyen süreç buydu.


Ama şunu belirtmek istiyorum. Bundan bi süre önce evlilikle ilgili düşüncelerim sadece sosyolojik bir itirazdan, standart isyandan ibaret değildi, sevgilime karşı da ciddi tereddütlerim vardı ama neyse ki Timur var… Biz grupta Mrs T. diyoruz. T sayesinde bu isteksizliğin, tereddüdün dinamiğini fark ettim. Gerçekten terapi efsanevi bir şey arkadaşlar. Bakın içindeyken anlamıyorsunuz ama profesyonel bir göz her şeyi çözüyor. Bana yaptığı açıklama o kadar mantıklıydı ki şimdiye kadar onu görmemiş olduğuma şaştım kaldım. Bundan dolayı içimdeki o soru işaretleri büyük oranda son buldu. Ama bununla beraber yeni soru işaretleri filizlenmedi değil. Neyse oraları fazla psikolojik konular, psikoterapistin halinden psikoterapist anlar. Sizin anlamanızı beklemiyorum. Hatta siz kimsiniz onu da bilmiyorum. Boşluğa konuşuyorum işte, önceden kendi kendime konuşurdum şimdi biraz daha olgunlaştım yazıyorum. Klavyeyle konuşuyorum. Kendi kendimeden klavyeye yükseldiğime göre klavye benden yüksekte. Peki şimdi ben buraya niye çıktım. Evet anladığınız üzre çağrışım çözüklüğü yaşıyorum ki bu durum şizofrenlerde görülür Hoş geldin akıl hastalığı.

Bloğumla delirmeleceler…


2 Şubat 2016 Salı

Noktalı Virgül


Merhaba
Size yazacak çok şeyim yok.
Onun için merhaba dedim.
Merhaba demek, benden zarar gelmez demek. 
Merhaba onun için… 
Benden size zarar gelmez. 
Güzel bir yer sayılmaz kimilerine göre ama Dünyalıyım ben; başka mekânım, makamım yok benim.
Dünya oldu benim yatağım.
Uyurum zaman izin verdikçe.
Anlaşamıyoruz pek kendisiyle.
Ben onun hızından şikayetçiyim, o benim yavaşlığımdan.
Zaman da tıpkı annem gibi yani.
Ama annem dünyalı değil.
O zamana uyabilir.
Ben zamansız bir Dünya’dayım.
Rüyadayım.
Zamansız.
Mekânsız.
Yatağımdayım.
Dünya yatağında, rüya dünyasındayım.
Noktalama işaretleriyle arkadaşım.
Ama kimse yanlış anlamasın, dillere minnet eylemiyorum.
Dil bizi kısıtlar.
Evrensel bir dil üretebiliriz sizinle.
Gözlerimizle.
Rüyalarda konuştuğumuz ve herkesin herkesi anladığı.
Tek dilek hakkım olsaydı, insanlar birbirini anlasın isterdim.
Bu hayattan, yani benim yatağım, sizinse komple hayatınız olan Dünya’dan tek bir gerçek bilgi öğrendim.
Anlaşılmak sevilmekten önemlidir.
Beni anlayın diye götümü yırttım durdum.
Baktım olacağı yok, vardım gittim terapiye.
Demek ki dedim ben de sorun var.
Anlamıyorlar.
Kimse anlamıyor.
Herkes mi anlayışsız?
Mümkün değil.
En iyisi ben gideyim de biraz anlaşılır olayım dedim.
Para veriyorum üstüne biliyor musunuz?
Siz beni anlayın diye para veriyorum.
Neyse…
Tek bir isteğim var sizden.
Noktalama işaretlerine önem verin.
Bir tane daha.
Kullandığınız dilin kelimelerine değer verin.
Önem ve değer...
Beni anlamamanızın sebebi aynı kelimeleri kullanmıyor oluşumuz olabilir.
Ya da benim kullandığım bir yanlış noktalama işareti beni anlamamanıza sebep olmuş olabilir.
Ortak bir dil, dili bırakın ortak bir bakış bile geliştiremedik sizinle.
Benim bakışım anlaşılmak oldu, sizinse sahip olmak.
Anlaşılmak için rüyada yaşadım, Dünya’da yattım; sahip olmak için Dünya’da yaşadınız, hesapta yattınız.
Ve sahip olabileceğiniz her şeye sahip oldunuz.
Yetmedi bakışlarıma, anlaşılma özlemime bile sahip olmak istediniz.
Oysa sahip olabileceğiniz tek şey kelimeleriniz.
Ağzınızdan çıkan kelimelere sahip olabilirsiniz.
Ama o kelimeler bile bir anlaşılmak özleminde.
Onlara sahip çıkınız.
Yamuk yaptıysanız anında düzeltiniz ama yamuğu silmeye çalışırken kibar olunuz, zira iz bırakan kötü silme gösterileriniz.
Bir de noktalama işaretlerine önem veriniz lütfen.
Onlar trafik levhaları gibi.
Onlar olmadan yol muğlak...
Kelimeleri ve noktalama işaretlerini anlayın.
Onlar terapiye gidemezler.
Bir noktalama işareti kendini anlatamaz Timur’a.
Ama anlatamasa da Timur onları anlar, orası ayrı.
Ağlamayacağım.
Susuyorum.
Son şey.
Dünyaya yatağına noktalama işareti olarak gelseydim noktalı virgül olmak isterdim.