15 Şubat 2016 Pazartesi

Fermante Ayna

 Fermante bir hayat yaşıyorum. Özümü kaybettim. Yeni bir ben oldum benden ziyade. Isı verdim, köpürdüm, çürüdüm. Benlikten çıktı benliğim. Fermante oldum başka bir şeye dönüştüm, belki içimdeki şeye, en derine. Neye dönüştüğümü bilmiyorum henüz,  tadıma bakamadım.
Zaten ne gerçek bilmiyorum. Hangi ben gerçek?  Hangi ilişkim gerçek? Herhangi birine karşı bir duygum var mı?
Girdiğim her yerde meslek insanı mı oluyorum. Neden bu meslekteyim. Her zaman her yerde nötr olmak zorunda mıyım? İki adım yaklaşsam üç adım kaçıyorum. Bu mesafe ayarının altında yatan şey ne? Neden kontrol ediyorum?
Ben insanları hissedemiyorum. İnsanlar ve hayattaki her şey benim için silüet. Durup durup alakasız bi yere geçiyorum ama bu cümlelerin arasında bazen 10 dakikalık zamanlar oluyor. Zihnim sürekli kendiyle kavga halinde. Beynimin bi tarafı bi şey söylüyor, diğer tarafı reddediyor. Biri bi şey sunuyor, diğeri eleştiriyor engelliyor. Kimi temsil ediyor bu sesler henüz bilmiyorum. Bulamıyorum. Sadece hiçbir şey yapmadan yorulabiliyorum. O kadar yoruluyorum ki hem de kolumu kaldıramıyorum. Kolumu kaldıramadığım için kimseye sarılamıyorum ben. Ben sarılmayınca kimse de sarmıyor beni. Çünkü her şey karşılıklı. Oysa benim kollarım yok. Bunu görmüyorlar. Benden kol bekliyorlar, insanda rejenerasyon yok bilmiyorlar mı, kol kesilince yenisi gelmiyor, kurbağa kuyruğu değil ki, kol bu kol, boru gibi.
Neyse meslekten bahsetmek istiyordum size aslında. İnsan neden bu mesleği seçer, insan neden terapist olmak ister. Evet derinlerde bi çöplük mutlaka vardır orası ayrı, hatta en büyük çöplük bence terapistlerindir ama benim terapistlik yolum biraz daha farklı sebeplere dayanıyor sanırım. Benim gerçek olduğuna bir türlü inanmadığım ilişkilerim var. Her yerin yapay, suni geldiği bi dünyanın içindeyim, çünkü ben öyleyim. Benim oluşturduğum evrende her şey silüet. Gerçekliğin sadece bir yansıması. Yaşadığım hiçbir şeyi gerçekten hissedemiyorum. Belki bunu anlamıyorsunuz belki saçma geliyor ama bu bende böyle. Şimdi terapistlikle beraber bu ilişki örüntümü tekrarlıyorum. Gerçek olduğu her zaman sorgulanan ilişkiler kuruyorum seans odasında. Çünkü hayatımdaki her şey böyle, işim de böyle olmalıydı.
Meslek seçimimin şöyle de bir tarafı var, dokunulması gereken… Bu meslek beni konuşturuyor. Ben konuşuyorum insanlar dinliyor, insanlar merak ettiklerini soruyorlar, ben açıklıyorum. İnsanlar beni görüyor yani. Sadece ihtiyaçları olduklarında görüyorlar, sadece bilgimi görüyorlar ama beni görüyorlar, var oluşum psikoloji bilgimle gerçekleşiyor. Bilmezsem yok olurum. Elimde sadece bilgim var. Beni kabul etmeniz için başka hiçbir sebep yok çünkü gözümde. Onun için yapay geliyor her şey. Bilmeseydim diyorum, sorduğunuzda öyle kalsaydım diyorum, o zaman görecek miydiniz, varlığımı kabul edecek miydiniz benim? O zaman sevecek miydiniz beni? Bi şeyler başarana kadar kim sevdi ki beni? Annem mi? Babam mı? Koşullu sevgilerinizin ürünüyüm ben. Sizin yüzünüzden başarılı olmak zorunda kaldım. Sizin yüzünüzden terapist olmak zorunda kaldım.
Bunu yazarken içim o kadar darlandı ki boynumdaki kolyeyi çektim. Elimde kaldı filmlerdeki gibi. Şaşırdım ve inandım sahte sahnelere.  Olunca oluyormuş demek ki. Sahtelikten gerçekliğe geçilebiliyormuş.


Peki neden tuttum o kolyeyi? O kolye neyi temsil ediyordu, neyden kurtulmaya çalıştım? Bu sorular mesleğin yan etkisi mi peki? O son bilgiyi öğrenmeyecektim diyecek miyim bu farkındalığa varınca? Bilmiyorum şu son soruların hiçbirinin cevabını bilmiyorum. Sadece her şeyin bi anlamı olmalı ondan eminim. Kolyenin ve onu vücudumdan uzaklaştırmış olmamın bi anlamı olmalı. Kendime doğum günü hediyesi olarak aldığım zarif bir kolyeydi, belki de var oluşumu doğum günümü reddettim. Facebookta bile doğum günüm gizli benim. Dünyada var olduğum gerçeğini nasıl saklayabilirim onun derdindeyim. Bununla beraber hayır saklamak değil göstermek istiyorum, görülmek bilinmek istiyorum diye bu mesleğe giriyorum. Ne bok yiyorum ben de bilmiyorum. Gerçekten, ben nerdeyim. Fermantasyon geçirmekten canım çıktı, sarap oldum, üzümlükten eser kalmayan. Üzüm oldum tohumdan ziyade.  Ben ki benden öte. Neredeyim bilmiyorum. Sesim yankı yapabilecek kadar yükselir mi emin değilim. Yankı yaparsa sesim ne hissederim bilmiyorum. Sahi ne hissederim? Bilemedim, ben beni bilemedim.
Ayna kendini görmez demek istedim birden, neden bilmiyorum. Kendimi neden ayna yaptım onu da bilmiyorum. Ayna, yansıtma camı. Kendi görüntüsü yok. Her şey var, o yok….
Belki de farkında olmadan çok doğru bir şey söyledim. Ayna. Ne kadar da ayna bir insansınız beyefendi? İyi bir şey söylemiş gibi oldum aslında ne kadar da yoksunuz, farkında mısınız demek istedim. Sizin haricinizde her şey yansıyor farkında mısınız demek isterdim. Farkında mısın Merve demek isterdim. Sen yoksun demek isterdim. Bir ayna kadar yoksun demek isterdim. Timur daha ilk seans söyledi, sen şimdi hissediyorsun salak demek isterdim. Salak demek isterdim kendime.
Ben varlığımı hissetmek için bile birinin acı çekip terapiye başlamasını, benle ilişki kurmasını bekliyorum. Sırf var olmak için birilerine yardım ediyorum. Varlığımı süreli ve kurallı ilişkilerle ortaya koyuyorum. 
Nasıl ve nerde biterse bitsin yazı.
Yeter. Uyumalıyım.

İyi zamanlar. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder