27 Nisan 2016 Çarşamba

Bitirilmemiş işler bürosu


Selam insan.
Bir yılın daha sonuna geldik. Takvimin son yaprağı yarın düşecek. Ve gıcır gıcır bir yıl başlayacak. Bu yazıda size bu gıcır gıcır yılı bi nebze daha verimli geçirmeniz için haddim olmayarak bi tavsiye vereceğim. Ama önce birazcık bilgi…
Gestalt terapide bir kavram vardır; bitirilmemiş işler… Bunlar bizim vaktinde adam gibi yaşayamadığımız  kin, nefret, kırgınlık, öfke, acı, keder, suçluluk, utanç ve benzeri duygularımız ifade eder… Bazen dilenmemiş özür, bazen yaşanmamış yas, bazen hissedip de söyleyemediğimiz yoğun duygular, yutmak zorunda kaldığımız cümleler de buna dâhildir… Yani yarım bıraktığımız her şey bizim bitirilmemiş işimizdir.
Er ya da hatun kişinin bitirilmemiş işlerle yaşaması oldukça can sıkıcıdır. Bunu somutlaştırabiliriz. Hepimiz deliler gibi teknolojik aletler kullanıyoruz. Bilgisayarımızdan, telefonumuzdan bulduğumuz her fırsatta internete giriyoruz. Girdiğimiz her sayfadan çerezler, geçici internet dosyaları, önbellekler vs sürekli olarak bilgisayara, geçmişe kaydediliyor. Bu durumda gün geçtikçe bilgisayarımız telefonumuz yavaşlıyor ve kasarak çalışmaya başlıyor. Ya da mail, mesaj kutumuzun doldukça mailin, telefonun yavaşlaması... Yani hafızası dolan her şeyin artık ağır işlemesi bazen donup kalması.. Bunu bu şekilde bi sürü örnekle taçlandırabiliriz.
İnsan ruhu da böyledir, yarım yamalak yaşadığı duygular, affedemediği insanlar, kapatamadığı defterler, hesaplaşamadığı her şey birikir birikir ve gün gelir sırtında bi kambur, karnında kocaman bir ur, kucağında ağzına kadar dolu bir çöp kutusu oluverir.
Sırtındaki kambur her an yanındadır. Gestalt terapi buna zemindeki duygu der. O hep orda bekler. Sırtındaki kamburla ilgili bi bakış, bi gülüş bi söz duyduğun gibi hemen, salisenin yüzde biri bir hızla, o kambur ön plana çıkar, gastalt buna şekildeki duygu der, bu duygu öyle öndedir ki aslında o anda hissetmen gereken başka duyguları tamamen egale eder ve sen tam olarak ‘bana her şey seni hatırlatıyor’ şarkısı olursun. Yaşadığın şey sadece kamburdur. Onun yaşattığı duygudur. Sen artık bay/bayan kambursundur.
Yani bitirilmemiş işlerle yaşamak tam bir işkencedir. İnsanda sürekli olarak inceden inceye kanayan, her an tuz basılması mümkün açık bir yara gibidir tüm tehlikelere açık, enfeksiyon kapmaya müsait, büyümek için uğraşan.
Bu psikolojik bir kavramın benim dilimce anlatımıydı. Gelelim 2015 tavsiyeme. 
Sevgili insan, bu yılın başında yarım bıraktığın tüm işleri tamamla ve tertemiz bi yıl yaşa. Bunu can-ı gönülden istiyorum. Belki çocukluk aşkındır yarım kalan, bul onu, bu harika teknoloji çağında istediğimiz her insana sesimizi duyurabiliyoruz, geri zekâlı de ben sana âşıktım ama sen anlamamıştın çünkü sen geri zekâlıydın de. Ya da saçma bi terkedilişle sevgilinden mi koptun aylar önce, at bi mail, lan orospu çocuğu de ve yardır yardırabildiğin kadar, geri dönerse de okumadan sil ne de olsa bu bitirilmemiş işi bitirdin defteri kapattın.
Kimseden korkma sevgili insan, sesini, yetebildiği her yere kadar duyur. Açıkla istersen, bunlar benim sağlıklı yaşamam için kurmak zorunda olduğum cümleler de. Sonra söyle ne söyleyeceksen. Karşındaki kim olursa olsun korkma ey insan, ondan büyük Allah var, korkma. Yaşayamadığın yas mı var, otur hatırla hatırla ağla, kapat kendini iki hafta eve yas tut. Adam gibi yaşayamadığın veda mı var onu yaşa. Hayalinde, dramayla, senaryo yazarak yaşa, bi şekilde yaşa ve o öyle kalsın. Çocukken bakkaldan şeker çaldın da hala vicdan azabını mı yaşıyosun git ver parasını şekerin, anlat çocuktum de, affettir kendini sonra kapat defteri. Bakkal amca ölmüş mü, git şeker göm kabrine, sonra dua et, konuş, dön.
Her bitirilmemiş iş bitirilebilir sevgili insan. Doğal afetlerle karşılaşan, yakınlarını kaybeden çocuklarla yaptığımız çalışmalarda en önemli taştır bitirilmemiş iş çalışması. Mektup yazdırılır, resim çizdirilir çocuğun yakınına söylemek istediği son şeyler kâğıda döktürülür ve uçan balonun ipine bağlanıp kaybedilene gönderilir, ey insan inan bu bile faydalıdır, inan bu bile acayip iş görür…
Ve ben bu yıl büyük bir bitirilmemiş işi kapattım. Utandığım, kaçtığım, unutmaya çalıştığım, unutmaya çalıştıkça hatırladığım, yeryüzünden silinmek istediğim bi şeyle hesaplaştım. Kendi kendime, sessizce bile kuramadığım cümleleri bağırdım. Rahatladım sevgili insan, bitirilmemiş belki de en büyük işimi bitirdim, tamamladım, tamamlandım.
Sen de tamamlan.


Hepimize ruh sağlığı yerinde bi 2015 diliyorum.


Düzenlendi,26.04.2016

Rakı-Su

Uzun zamandır yazamıyorum. Kendi varlığımdan bile şüphe etmeye başlayınca yazayım dedim. İçim iyi şükür, pek çok şey güzel gidiyor. Evlilik hazırlıkları biraz daha yoğunlaştı. Evlenince onurla karışmaktan bireyselliğimi kişiliğimi kaybetmekten korkuyorum sadece ama bu korku eskisi kadar yoğun değil. Yanımdakiyle karışıp aynı kişiye dönmek benim için korkunç bir şey ama bunun olmasını engelleyebiliyorum.

Geçen hafta nikâh işlemlerini yaptık dünya kadar ıvır zıvır. Arada konuşurken iki soyadı kullanmak istediğimi söyledim. Biraz bozuldu falan, sebebini açıkladım ben de. Sadece senin soyadını kullanırsam kimliğimi, kişiliğimi, tüm karakterimi değiştirecekmişim gibi hissediyorum. Ve bu beni korkutuyor. Ben benlikten çıkacakmışım gibi. Ama kendi soyadıma seninki eklenirse hem kendim olup hem senle evli olabilirim ve bu bana güzel geliyor. Bu açıklamayı yaptıktan sonra onur da daha yumuşak oldu. Bu da bana iyi geldi. Gerçekten de evliliğe dair en büyük korkum yukarda yazdığım gibi yok olmam, karışmam, aynı füzyona dâhil olmamız, birbirimiz gibi olmamız, iki ayrı kişi değil de tek bir insan gibi olmamız. Bu pek çok romantik tarafından özellikle istenen bir şey olsa bile beni dehşete düşüren bir şey.



Aynı şeyi balayı için de hissettim. Mükemmel bir balayı planımız var. İnterrail yapacağız o kadar keyif alıyorum ki plan yaparken. Şu an en büyük motivasyonum o tatil diyebilirim. Neyse konu interrailken söyledim. Ya 20 gün 24 saat birlikte olcaz. Ben sıkılırım ya. Hani hayatı paylaşmak gibi değil normalde işe gidiyorsun gün içinde görmüyorsun falan. Ama tatilde 20 gün yüz yüze sürekli. Ben sıkılırım ya, böyle birbirimize karışır gibi oluruz ben endişeleniyorum aynı insana dönüşürüz, sen kimsin ben kimim, kesin bu duygularla kavga ederiz. Annemle bile iki gün evde kalınca kavga etmeye başlıyoruz. Bi insan bi insanı o kadar görür mü ya, doğaya aykırı gibi dünya kadar cümle kurduktan sonra Onur bomba bitirici cümleyi söyledi. Tamam, arada ayrı takılırız. Ben uyurum sen gezersin falan gibi bazen başka şeyler yaparız dedi ve bu söyledikleri bana o kadar iyi geldi ki anlatamam. Evet, tamamen mantık evliliği de olsaydı Onur’u tercih etme olasılığım yüksek olurdu. Çünkü aradığım bireyselliği, işgal edilmeme teminatını kaç kişi verebilir bilmiyorum.

Bunu anlattığımda pek çok insan ay ben ilk evlendiğimde bir dakika bile ayrı kalmak istemiyordum sen nasıl öyle istiyorsun diyo. Onlara şöyle cümleler kurmak istiyorum; ‘Sen ayrı kalmak istemezsiniz çünkü senin ilişki mantığın iki insanın aynı duyguda hatta aynı düşünce ve ruhta aynı insan olması. Oysa ben onurla başka başka insanlar olduğumuzun farkındayım ve senin aksine ayrı ayrı olmaktan değil aynı olmaktan endişeleniyorum. Dolayısıyla benim arada yalnızlığa ihtiyacım senin de var olmak için sürekli başka bi insana ihtiyacın var. Ve şunu kabul edelim ki en azından bi düzey daha sağlıklı olan benim.‘ Ama kurmuyorum işte bu cümleleri, neden, bütüncül terapist olmak bunu gerektirir çünkü.

Neyse atarlanmalara gerek yok. Ama sadece partnerimize karşı değil hayatımızın her yerine yansıtıyoruz bu aynı olma durumunu. Geçen bi tanıdık geldi. Severim aslında kendisini. İyi kadındır. Neyse öptüm ettim, ay ne güze olmuş yüzün dedi. Yok ya çok kilo aldım dedim. Ki gerçekten aldım. Yok almadın iyisin dedi. Haydaaa abla ben den iyi mi bilcem sen mi, neyse ben bi ikna etme girişiminde bulundum, yok bıngıl bıngıl oldum diyorum, olmadın olmadın iyisin diyo. Pantolonlarım olmuyo ya hepsi sıkıyo geniş olan vardı o bile sıkıyo diyorum, onlar yeni yıkanmıştır diyo. Kadını kilo aldığıma inandıramadım arkadaş. Ve öyle bir ısrarcı ki düşüncesinde tartıda yazan yazıyı görmesem ben inancam kilo almadığıma. İşte gerçek diye bi şey yok o kadın için. Gerçek kendi görüşü. Gerçeklik onun görüşüyle aynı olmak zorunda. Benim düşüncem de onun düşüncesiyle ayı olmak zorunda. Kadın tek başına tüm gerçeklik, tek başına tüm dünya. Ben böyle olmayacağımı biliyorum, benim korktuğum böyle birine inanmak, böyle birinin füzyonuna dâhil olmak. Onun için de sürekli bir mesafe ayarı yapmak zorundayım. Çok yaklaşıp o kişiyle karışmamalıyım. Ama çok uzak olup da ayrı kalmamalıyım. Hep güvenli bir mesafe olmalı beni koruyan.

Bugün bunu şöyle düşündüm. Rakı saf, renksiz, anason kokulu. Su saf, renksiz, kokusuz. İkisi karışıyorlar ve o karışım artık ne sek rakı, ne saf su. Başka bi şey. Ben kendimi su gibi hissediyorum. Karışıp form değiştirmemem için rakıdan uzak durmam lazım diyorum. Benim yandaki bardakta kafam rahat, aynı bardağa girmiyim kimseyle diyorum.

Böyleyim işte ben. Benim temel problemim bu; karışmak ve artık kendin olmamak. Ama bu konuda kendimi iyi bir noktada görüyorum, pek çok kişiden daha çok kendimi yaşıyorum. Hemen hemen her hareketimi sorguluyorum, bu benim hareketim mi; annemin, babamın, kardeşimin, Onur’un hareketi mi diye. Yoruluyorum genelde ama ilerliyorum. Arkama dönüp baktığım zaman aldığım yolu görmek bana motivasyon veriyor.

Tavsiye ediyorum arkadaşlar insanın kendisi olması inanılmaz güzel bi şey. Siz de olun. Kendiniz olun. Yüzünüze bakınca annenizi babanızı görmek istemiyorum. Siz de kendiniz olun ki sizi tanıyayım. Ben sizi tanımak istiyorum, ananız babanız benim umurumda değil. Ama benim tanımam için öne sizin kendinizi tanımanız lazım. Lütfen kendinizi tanıyın, kendinizin neyi sevdiğini, ne olursa mutlu olacağını bilin bilmiyorsanız sorun, merak edin. Emin olun içerden bi yerden bi cevap gelecek size, siz kendinizi tanımazsanız ben sizi tanıyamam. Bakın aynaya, tanışın kendinizle.

17 Nisan 2016 Pazar

Teşhir

Selam. Teşhircilik yapmaya geldim. 
Telefonuma notlar yazarım ben. Rüyalarımı, o anki duygularımı, önemli önemsiz şeyleri... Her şeyi yazarım. Ve benim için o kadar özeldir ki o notlar, onların bi şekilde okunmasını tecavüz sayarım.  Ama şimdi o notlardan bir kısmını paylaşacağım. Paylaşabileceği gibi olanları.

Allah annesine babasına bağışlarından başlıyo hikaye Allah sahibine bağışlasına varıyo. Sonra çocuklarına bağışlasın falan. Yaşamamız evlenmemiz için hep bi şeye bağışlanan nesne oluyoruz. En rahatsız edicisi de sahibine bağışlasın. 
Sahip. 
-Birisine tecavüz etmek bile zorla sahip olmak diye geçer Yeşilçam jargonunda.- 
Büyüyoruz anne babamızdan çıkıp sahibimize bağışlanıyoruz. Sahip erkek, sahip olunan kadın. Şimdi evlenince sahibim mi olacak Onur benim. Ben de kedi köpek gibi bi şeyim zaar. 
İnsan nasıl ki tapulu evi yansın istemezse sahip olduğu sevgilisinin de bi şekilde zarar görmesini istemez diye görüyorum. Ama eşyaya gelen zararı kendine saymaz insanoğlu, ev yanarsa ev yanmıştır. Ama canlının başına bi şey gelmişse kendine gelmiş sayıyor. İnsanlardan ayrışamadığımızdan sanırım bu. Başka başka insanlar olduğumuzu anlayamadığımızdan. 
Gece geç saatlere kadar dışarıda olmamdan sevgilimin korkmasını anlayabiliyorum ama o korkuyo diye erken gitmeyi kabul edemiyorum. Çünkü başıma bi şey gelecekse benim başıma gelecek, ben yaşıycam yani ve demek ki dışarıdaysam bunların sorumluluklarını alıyorum, çünkü bi şey olacaksa bana olacak başkasına değil. Biri bana bi şey olmasından korkuyo diye neden ben özgür irademden cayıyorum. Araba mıyım ben çalınmıyım diye otoparka koyulayım. Sigorta falan da yapılsa keşke sahip olunan insanlara. Bi anne değilim ama herhalde bi çocuğum olsa ona bile evet sana bi şey olursa, atıyorum ölürsen ben çok üzülürüm ama yaşarım. Ölen sen olursun, sana zarar verecek şeylerin farkındasın, gerisi senin tercihin derim. 
Kimsenin sahibi değilim. kimseye de ait değilim. 13.02.2016

Hayret makamından sesleniyorum size
Oturdum insanlara hayret ediyorum 
Yüksekteyim yine, narsizm diyorlar bu illete.
Yükseklik korkum yok şükür.
Yani genetikte kodlandığı kadar var
Evrimleşirken hayatta kalmak için doğal seçilimden gelmiş 
Hayatta kalabilen her canlı biraz narsisttir derim 
Hayatta kalma sidik yarışına girecek bi sistemimiz olmasaydı düşerdik anne karnından 
Hepimizin ortak özelliği düşmemiş olmamız
Düşseydik olmazdık 
Düşmeyecek kadar güçlü narsistleriz hepimiz 
Bi de aldırılılanlar var 
Kendilerini öldürecek anneleri seçtikleri için pasif agresif diyebilirim onlara. 
Her şey Bi seçimse ölmek de onun tercihiydi 
Neyse ne diyordum 
Ben diyordum
Hayret makamından bakıyorum 
İzliyorum 
Görüyorum 
Sesleniyorum 
Siz nasıl böyle oluyorsunuz 
Hayret ediyorum siz nasıl boşluğu görmüyorsunuz 
Ben diyorum 
Sesimden boşluk çıkıyor 
Siz buna sessizlik diyorsunuz 
Ben hayret ediyorum boşluğu görmemenize 
Hayret ediyorum duymamanıza
Boşluk diyorum 
Her yer boşluk
29.02.2016

Reber diye bir öğrencim var. Birinci sınıf 6-7 yaşlarında. Zor bela ulaştığım, konuşmaz, yaklaşmaz. Aile Kürtçe konuşuyor evde, kendini yabancı hissediyor okulda muhtemelen, yabaniden biraz daha yumuşak, sesini bile zor duydum. 
Neyse. Bugün okulda deprem tatbikatı yapıldı, öğrencileri okul girişinden izliyorum, okul bahçesinden yüksekte bizim giriş. Tatbikat ve tören bitti, teneffüste müzik çaldı okul, çocuklar dans ediyor oynuyor, o kadar eğleniyorlar ki o enerjiyi alıyorsunuz. Keyifle izliyorum ben de, bi sürü çocuk geldi sarıldı gitti, bazen ikisi üçü geldi sarıldı, bazıları iki üç kere sarıldı, sarılma nesnesi oldum orda. Reber, bu öğrenci işte, yalnız genelde, Bikaç kere yanıma çıktı indi, yakınımda dolaştı, uzaklaştı yaklaştı epey bi süre bi göründü bi kayboldu. Hiç bi şey yapmadım, duruşum davetkar da değildi reddeder de değildim. Sonra geldi öyle bi sarıldı ki, sımsıkı ama öyle sarılmamıştı hiçbir öğrenci. Sonra gitti koşarak, kayboldu birden. 
Etkilendim baya. Ne kadar benziyoruz aslında bu çocuğa. Bu grupta yaşadığımız ya da terapide yaşadığımız ya da tüm insanlarla yaşadığımız aslında bunun aynısı. 
Yaklaşıyoruz uzaklaşıyoruz, bi sarılıp bi kaçıyoruz. Kötü bi şey olmayacağına emin olana kadar köşede köşede bekliyoruz falan. 
Bi sürü çocuk sarılır bana, teslim olmaya sevilmeye müsait çocuklar, kimileri de böyle uzaktan uzaktan gözlemler seveceğimden eminse sarılır, önce kim sarılıyo ben Nasıl davranmışım ona bakar. Biz ya işte.  O çocuktan bi farkımız yok resmen. 
Hüzün hissettim.
Derimden.
01.03.2016

İçimde bilindik bir şeylerin gitmesinin yasını yaşıyorum. Ben şimdi aşina olduğum düzenin yabancısıyım. Bana ait olmayan şeyleri içselleştirmişim. Şimdi bunları çıkarınca içimde bir şey kalmıyor. Ben saydam bir forma eriştim. Yüzüme bakan arkayı görür silüetim silindi. Bana dair koyacak bir şey yok. Boşluğa düşüyorum.
28.03.2016

Görüş mesafesinin olmadığı bir sis içindeyim yürümeye çalışıyorum 
Her adımımı atmadan önce boşluğu basıp basmadığımı kontrol etmek zorundayım. Ve yavaşım belki bir kaplumbağa kadar. Güvende olmak zorundayım
04.04.2016

Evet size birkaç telefon notumu okuttum şimdi defolup gidiyorum. 
Beni bekleyin anacım, baaay...

12 Nisan 2016 Salı

Beklentisizliğin özgürlüğü

Bugün bi arkadaşa kırgınlıklarımı yazdım. Bunu yazarken ona duygu yüklemedim. Bi açıklama bi özür ya da bi ikna edilme beklemedim. Sakin bir şekilde hissettiğim şeyleri anlattım. Bi şey beklemediğim için söylediği hiçbir şey batmadı rahatsız etmedi. Bu bana iyi geldi. Duygularımı ifade etmek ve karşıdan bir şey beklememeyi başarmak iyi hissettirdi. Ama içimde bi şeyler bekleyebilecek kadar yakın olmak hissini kaybettim. Evet herkesten onlardan bir şey beklemeyecek kadar uzak olabilirim. Bu uzaklık yakınlık bu mesafe sanırım çok bireysel olacak. Herkese muayyen bi hadde kadar yaklaşabileceğim. Kendi özgürlüğüm insanların onlardan bi şey beklememem özgürlükleriyle sınırlanmış oluyor. Cümleyi kurabildim mi bilmiyorum. Şöyle diyim sizin özgürlüğünüz benim sizden bişey beklemediğim yerde başlıyor. Ve ben artık kimseden bir şey beklememek istiyorum. Bunu siz özgür olun diye değil kendi iyiliğim için yapıyorum. Sizden hepinizden üç beş yirmi adım daha uzak olmak pahasına. 
Özgürsünüz. Yakınlığımı kaybettim. Acım büyük. Yas tutuyorum.