28 Ocak 2016 Perşembe

Yok/Fazla


Sıla açtım. Rüyalarımı yazacaktım baktım gücüm yok. Akışına bıraktım gidiyorum işte sonu hayır mı şer mi bilmiyorum bu yazının. Hayırsa da benim yazım şerse de. Ben yoruldum çünkü. Sizin gücünüz var mı bilemem. Yenilgi hissetmiyorum ama sıla gibi,  bi yarış yok ki yenilgi olsun. Ben kendimle uğraşmaktan yorumdum. İçimden yoruldum. Ben bile kendimden yoruluyorum, etrafımdaki insanlar napsın. Biliyorum eskisine göre daha az yorucu bir insanım, yansıtma yapmamaya çalışıyorum çünkü. İçimdeki pisliği kimseye atmamaya çalışıyorum, kendi psiliğimde oyalanıyorum işte. Enstitüden bi arkadaş var, bi gün böyle herkes içine dönmüş farkındalık acısı yaşıyorken aman dedi sıçtık bokumuzla oynuyoruz. Valla öyle sıçıyoruz bokumuzla oynuyoruz. 

Geçen haftaki seansı hala atlatamadım. Seanstan sonra gördüğüm rüyaları not edip defteri kapadım, hala açıp yüzleşemiyorum, elim varmıyor ama beynimin bi köşesi hep o kötü rüyalarda, biliyorum orada çok şey yatıyor. Ama götüm yemiyo yaklaşmaya. Bugün timurun ofisinde süpervizyon toplantısı vardı, arada geçen seanstan sonra dağılmamı ve yoğun korkunç rüyalarımı söyledim, terapistine söyle biraz yumuşak gitsin dedi, canım timur.



Burada birden çok derin bi duyguya girdim. Yazıya epey ara verdim.
Süpervizyonda küçük bi aile dizimi yaptık. Ve benim için koca bi gün yaptığımız aile diziminden daha vurucuydu. Terapist kadın danışanından bahsetti, timur oynayarak bakalım dedi, tabi danışanın patalojisi benimkiyle yakın olduğu için, bingo, timur beni seçti danışanın rolüne. Çok çok kısa bi roldü, o kadar derin hissettim ki. Bendim resmen o. Sonra duygumu söyledim, çok zordu. Sonra 3-5 cümlelik bi seans yaptık kadınla, role playing, orda da duygularımı konuştum ve yine çok zordu. İhtiyacım olan sahiplenilme havada kaldı. Tabi bunun farkında olan timur aradan sonra beni yanına oturttu. Sahiplendi. İhtiyacım olanı verdi. Gerçekten o kadar ihtiyacım var ki birinin bana iyi davranmasına. Var olmaya ihtiyacım var aslında.

Of o kadar derin bi yerdeyim ki. O kadar küçüklüğe indim ki burada kelime yok. Kelimelerimin olmadığı dönemdeyim sanki. Burada bile hissediyorum yalnızlığı. Yalnızlığı değil yokluğu. Derin bi yalnızlık, ağır bi yalnızlık falan diyebiliyoruz mesela di mi yalnızlığı kademelendirebiliyoruz. Doz doz arttırabiliyoruz, azaltabiliyoruz. Ya yokluğu? Yokluğa çok yokluk, az yokluk diyebilir miyiz? Yokluk işte. Yok. Sıfır amına koyıyım, yok lan işte. Yok oluyorum ben. Yoklukta kayboluyorum. Ya gittiğim yerde görünmüyorum, ya da olur da görünürsem fazlalık oluyorum. Fazlalık olarak  görünüyorum. Fazlalık olmaktansa yok olmayı seçiyorum sonra… Sahi size görünmezliği bulduğumdan bahsetmiş miydim? Evet yazmıştım sanırım.  Ah ya dönüp dolaşıp aynı hikayeleri mi yazıyorum ben. Çok af edersin sayın okuyan biraz beyin sikiyorum kabul ediyorum. 
Daha fazla sikmeden bana hokus pokus

26 Ocak 2016 Salı

Yok Olmanın Sınırsızlığından Var Olmanın Sınırına


Kızamıyorum kimseye kızamıyorum. Allah kahretsin kızamıyorum. Bu yazıya nasıl başlamıştım biliyor musunuz?
Sizden hoşlanmıyorum, bu yazdığı tivitlerin fb gönderilerinin altında ad soyadlarının baş harflerini yazan insanlar, sizden hoşlanmıyorum.
Ve devam etmiştim;
Siz Dostoyevski misiniz, Tolstoy musunuz diye.
Devam edecektim kişilik yapılarına saydırmaya... sonra baktım ki onlar suçlu değil. Onların bi günahı yok. Beni bu rahatsız eden narsistlik onların içindeki değersizlik duygusunun ters dışa vurumu. Acımaya başladım birden. Birincil ve ikincil aynalanma eksikliklerini gördüm, sahneler canlandı kafamda. Sonra optimal üstü kırılmalarını hayal ettim. Üzüldüm onlara. Kızmaya devam edemedim. 
Kendime baktım ikinci aşamada da, bundan neden bu kadar rahatsız olduğuma baktım.
Babamı buldum. 
Ailemi buldum. 
Onlar yazdıkça kendi babamdan utanıyordum aslında ben. Onun kızı olmak bana yine rahatsızlık verdi. 
Şu anda da utanmış olmak bana acı veriyor. 
Çünkü utanmak için sahiplenmek gerek ve ben belli ki içinde büyüdüğüm aileyi sahiplenmişim. Sahiplenmediğimi iddia etsem de birinden olmuş birinden doğmuşum. Birinin spermi, birinin yumurtası... Varlığımın temeli ikisinin birleşen hücreleriydi benim için, daha ötesi değildi. Ama ötesi de varmış işte. Babamın sosyal medya hareketlerinden utandığıma göre bende ona ait olarak, onun sperminden fazlası varmış bende. 
Ne var bilmiyorum ama. Kendimde babamdan neler taşıdığımı bilmiyorum henüz. Benzeyen yüz hatlarımdan bile rahatsız olurdum, rahatsız olduğum için onu biliyorum bak. Yüzümün benzemesi, evet bunu taşıyorum babamdan, spermden gayrı. 
Başka, başka bilmiyorum, onun gibi olmak istemiyorum sadece, ona benzemek beni dehşete düşürüyor. Yıllar önce bu hisse kapıldım. İkili ilişkilerimin sekteye uğradığı bir dönemdi ve ben babam gibi olmuştum, onun da yaptığı yanlışları yapmıştım. Bunu fark ettiğimde kendimden iğrenmiştim. 
Bunları neden yaşadım bilmiyorum. Belki de kendimi bu hata için affedip bu sayede aynı hatayı yapan babamı da affetmek içindi. Belki de her şey barış isteyen zihnimin bi oyunuydu. Bu hata ile ilgili kendimi affettiğimde babamı da affedecektim. Evet bunu yeni keşfettim ve oldukça mantıklı geldi. Hissettim. Yazmak ve yazarken düşünmek her zaman iyi geliyor.

Yazdığımın en az 4 katı da içeri dönüp içerde zaman geçiriyorum, bir şeyler buluyorum, anılara uğruyorum, rüyalara selam çakıyorum ve asla bir bi plana göre hareket etmiyorum. Yol ve kelimeler beni nereye götürürse oraya gidiyorum. Bir bakıyorum bambaşka bi yerdeyim. Ama amaç da başka bir yerde olmak değil mi. Başladığımız noktadan belli bir yarıçap alarak yürüseydik çemberden ötesine gidebilir miydik? Çember demişken...


Çembere sığınca mutlu olabilir misin sen. Belli bi konu dahilinde yazmak da beni mutlu etmiyor. Otoriteye baş kaldırıyorum sanırım burada da. Yine tanımıyorum babayı. Bu arada ben gerçekten tanımıyorum babamı.
Geçen aşağı indim. babamın uzandığı koltukta battaniyesi vardı. Uyumaya gitmişti o, ben de biraz orada takıldım ve battaniyeyi üzerime çektim.  Bir koku vardı ve ben o kokunun babama ait bir koku mu olduğunu yoksa battaniyenin ne bileyim deterjan kokusunu mu olduğunu anlayamadım. Ve dedim ki ben babamın kokusunu tanımıyorum. Ben babamın kokusunu bilmiyorum. 
Herkesin bir kokusu var ve sadece ona yakın olduğunda, ona sarıldığında, onun tenini bildiğinde alıyorsun kokusunu. 
Bilmiyorum ben.  
Babama en son ne zaman sarıldım hatırlamıyorum, bilmiyorum, hatırlamıyorum. 
Ben babamı tanımıyorum. 
Otoritesini de tanımıyorum. 
Kendisini de tanımıyorum. 
Size bir şey söyliyim mi, Freud’u her anlamda babamdan fazla tanıyorum. Otoritesini de, hayatını, kişiliğini de. Bunu da buraya ekliyim istedim.

Babamla yakın olursak yok olacakmışım, kaybolacakmışım gibi hissediyorum. Sanki denize dökülen akarsu olacağım. Bi anlamım olamayacak gibi. Denizle birleştikten sonra su yayılacak artık kendim olamayacağım korkusu. Fragmantasyon anksiyetesi der miydi acaba Freud buna. Bilemem. Şu an bilimsel terimleri teker teker sikmek istiyorum. İçimdeki kaybolma, dağılma, yok olma, parçalanma korkusunu böyle saçma psikolojik terimlerle anlatmak bana duygudan kaçmak gibi geliyor şu anda. Psikolojik terimlerin soğukluğu benim içimdeki duyguların ateşini anlatmaya yetmez.
Benim isteğim tam da sevgilimle yaşadığım ilişki gibi… 
Cebelitarık olmak, Akdeniz’le Atlas Okyanusunun birbirine karışmadığı. 
Benim isteğim Kuzey Denizi ile Baltık Denizi’nin karışmaması gibi. 
Var olalım. 
Değelim birbirimize. 
Görelim birbirimizi. 
Dokunalım, hissedelim, varlığımızı kabul edelim birbirimizin olduğu gibi, en yalın haliyle. 
Ama karışmayalım birbirimize. 
Yok olmayalım, birbirimizde dağılmayalım. 
Sınırımız belli olsun. 
Olmuyor. Olmuyor işte. Aileyle olmuyor.
Akarsuyumu, gölümü, denizimi, okyanusumu bavuluma yükleyip gitmek istiyorum ben de.
Çöllere hem de. 
Suyun olmadığı coğrafyalara kendi suyumu götürmek istiyorum. 
Sana karışacağına, başkasına veririm. Yok olmaz. İşe yarar.


Ne diyorum ben ya. Kime yazıyorum bunu. 
Babama mı? 
Feysbuk gönderilerinden başka bir şey okumayan bi adama mı? Halk tividen duyduğu üç cümleyi üç yıl etrafına satan bi adama mı yazıyorum bunu. 
Hayır, şu an bu davranışları için onu suçlamayacağım. Onu olduğu gibi kabul etmeye çalışıyorum, bunu tam anlamıyla öğrenicem. 
Ama kime yazıyorum. 
Kendime mi? Sevgilime mi? 
Bilmiyorum. 
Kimseye belki de. 
Yazıyorum sadece. 
Ortaya koyuyorum ben. Kimsenin almasına gerek yok. 
Benden çıkıyo ya o yeter bana. Kimin ne işine yararsa kullansın. Belki çemberden çıkmasına yardım eder bir iki kişinin.
Çembersiz olun.
İyi zamanlar. 

22 Ocak 2016 Cuma

Terapi Ertesi Vol 2

Çarşamba seans vardı yine. İçeriği anlatamayacağım kadar özel. Travma diyelim. Çocukluk diyelim. Travma olduğunu hissetmediğim ağır bir yaşantıyla yüzleştim. O kadar korkunçtu ki benim için. Ama o an fark edemedim. İyi seans oldu dedi Timur çıkarken, onun iyisini biliyordum ama o an anlamadım.İndim aşağı. Elimi yüzümü yıkadım. Telefonda oyalandım biraz. On dakika geçmemişti içim ezilmeye başladı. Birkaç dakika daha geçtikten sonra hava basıncı kalbimi durduracak kadar ağırlaştı. Havayı kaldıramadım. Ofisin koltuğuna yapışmıştım resmen. Son güç kalktım kalktım dedim. Yoksa o havanın altında ezilecektim. Kaçar gibi çıktım ofisten. 15-20 dakika oyalandıktan sonra kaçar gibi çıkmak. Çünkü bekledikçe hamurun kabarması gibiydi durum. Bedenime sığamadım, havayı kaldıramadım.Şunu yazdım;

Seanstan çıktım

Puzzle gibi hissediyorum kendimi
Yapboz
Her seans parçalıyo Timur beni
Nasıl birleştireceğimi anlatıyo
Çıkınca yavaş yavaş birleştiriyorum kendimi
Ama her seferinde başka bir tablo oluyorum
Şimdi birleştirene kadar darmadağınık durumda olcam
Her parçam bi yere saçılmış gibi hissediyorum
Paramparça…


 Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm. Nereye gittiğimi bilmeden yürüdüm. Yavaş, ağır adımlarla. Adımlarımı hissettim. Sağ bacağıma ağırlık verip, sol bacağımı attığımı hissettim. Ellerim cebimdeydi onu hissettim. Durdum bir sigara yaktım, onu hissettim. Sigaranın parmaklarımın arasında oluşunu hissettim, adım atarken dumanı çektiğimi, dumanı üflerken atım attığımı hissettim. 

O an'daydım. Vardım ama yokluktan doğmuştum. Yokluğu barındırıyordum varlığımın içinde sanki. Yokluk kaplamıştı her yeri. Tek ben vardım. Beni hissediyordum.Dönmem gerekiyordu. Geri. Mecidiyeköye doğru. Psikanaliz semineri için. Hatta önce bir şeyler yemem gerekiyordu. Bayılmamam için. Adımlarım adımlarımla vedalaştı. Derneğe yakın bi cafeye oturdum. Yediğim her lokmayı hissediyordum. Çiğneyişimi, yutmamı, lokmanın yemek borumda alığı yolu ve midemde birikmelerini. Yaptığım her şeyin farkındaydım. An’ın içindeydim. Saniyeler benim kirpiklerimden akıyordu. Zamanın bilincindeydim. Hissediyordum varlığımı, zamanı. Onun dışında hiçbir şey yoktu. zaman yaklaştığında derneğe geçtim. Daha başlamasına vardı seminerin. 
Şunu yazdım;

Terapi ağır bir şey2 saat oldu çıkalıKendime gelemedimGüzel seans oldu dedi Timur çıkarkenBi de bana sormalıHala kendime gelemedimO kadar kötüyüm ki yazamıyorum bileDarmadağınım her yere saçıldımParmaklarım tutanak tutuyor içimeSırtımda dağ var sankiYüksek bi dağZirvesini göremiyorumEtlerim lime limeUlaşamıyorum kendimeHer yerim acıyoAğlamak istiyorum


 Ağlamayı çok istedim aslında ama olmadı. Belki de büyümüştüm. Bilmiyorum. İçim de büyüyor belki. Şu an bunu yorumlayamıyorum. Ama sustum sadece. Yazdım sustum. Konuşmaya bir insanla daha iletişim kurmaya gücüm yoktu. Seminer başladı. Bir kulağım dışarıyı dinlerken, diğer kulağım içimdeydi. Kalp atışlarımı dinliyordum. Not alamadım. Elimde kalem anlamsız şeyler karaladım. Bunlar.



Seans üzerinde 5 saat geçtikten sonra artık konuşabiliyor ve normal hızda yürüyebiliyordum. Eve geldim uyudum. Rüyasız bi geceydi. Ama bir gece sonra, dün gece, sanırım beynim seansı yeterince işledikten sonraki ilk gece, yıllık kötü rüya kotamı doldurabilecek kadar kötü rüya gördüm. Bütün gün rüyalar gözümün önündeydi. O kadar rahatsız ediciydi ki. Rüyaları yazabilecek gücüm yok şu anda. Belki başka bir gün.. Bambaşka bir gün. Bundan başka bir gün yazabilirim.
Şimdi daha fazla harf görmek istemiyorum. Tuşlar parmaklarıma iğne gibi batıyor.Zamanı hissedin.İyi zamanlar. 

18 Ocak 2016 Pazartesi

Aile Dizimi vs Yeni Aile


Zor gündü.
Ve yeni bir deneyim.
Aile dizimi. Bir tür grup terapisi diyebiliriz. Spontanlık üzere kurulu.
14 kişilik bir gruptu, terapistimle 15
 İçlerinden 2 kişiyi tanıyodum biri terapistim timur, diğeri inci gonca.
Timur’un varlığı benim için oldukça güven vericiydi ama grup o kadar yabancıydı ki… Terapistimi dizim başlamadan önce bir süre bazı bilgiler verdi mesela, herkes hayretler içinde onu dinledi, benim için yeni hiçbir bilgi yoktu ve standart bir ruhla dinlerken insanların bu kadar şaşkın olmasından hissettim ki evet terapistim dışında gruptaki tek terapist benim. O zaman öyle büyük bir yalnızlık hissettim ki tanışma olursa mesleğimi söylememe kararı aldım. Bilmiyorum şu an bu duygunun dinamiğini, bunun hakkında biraz düşünmem lazım çünkü normal bir duygu değildi. Şimdiye kadarki bütün bu terapotik aktivitelerde yanımda yakınımda hep terapistler oldu, ağzımı açtığımda beni anladılar, koşulsuz kabul, sınırsız güven oldu böyle gruplarda ama şimdi terapistimden başka aynı dili konuşabileceğim kimse yoktu orada, bu ciddi bir kaygıydı benim için. Avantajım şuydu ki kendini tanıtacak son insanlardandım ve grubun nerdeyse tamamının mesleğini öğrendim, bir tane, yüzünü göremediğim yerde bir kadın, psikoloğum dedi ve OH dedim, OH, orada biri var, sesimi duyabilecek biri var. El etsem işaretleri anlayabilecek birisi var. Birisi var dedim, benden başka timurdan başka biri var, dilimizi konuşabilen birisi var. İçim rahatlamıştı, söyledim mesleğimi. Ve gruba güvenmek için ilk adımı attım.

Aile diziminden bahsetmek istiyorum. Psikodrama deneyimim olduğu için çok yabancı gelmedi bana, ikisi de devinime dayalı, ikisinde de spontanlık var, ikisi de etkileyici. Tabi ayrıldıkları noktalar da var. Bunlar tamamen öznel olarak, herkes tarafından olumlu olumsuz değerlendirilebilir. Bu yazı bu ayrımları yazabileceğim kadar uzun olur mu bilmiyorum. Zira saat iki olmak üzere ama benzerlikler ve farklılıklara giremesem bile size aile dizimini anlatmak istiyorum.

Bir terapist pek çok sayıda danışan. Aralarından bir gönüllü seçiliyor. Birden fazla çalışmak isteyen gönüllü varsa terapist kendi içine bakıyor ve en çok kimin ihtiyacı oluğunu hissediyorsa onu seçiyor. Seçilen kişi terapistin yanına grubu görebileceği bir yere oturuyor ve çalışmak istediği konuyu söylüyor kısa bir şekilde
Üzerimdeki yüklerden kurtulmak istiyorum
Kaygımı çalışmak istiyorum
Koşullu sevildim hep bu acı veriyor bunu çalışmak istiyorum
Kendimi dışardan görmek istiyorum
Potansiyellerimi kullanmak istiyorum
Gibi gibi gibi



Mesela ben öfkemi ve kurduğum ilişkilerin gerçek olmadığını çalışmak istedim
Kişi çalışmak istediği konuyu söyledikten sonra ondan gruptaki üyeler arasından temsilen, kendisini annesini babasını duruma göre de diğer duygu ve kişileri seçmesi isteniyor. Ben mesela temel seçimler hariç ikizimi ve öfke duygumu seçtim, sonradan da partner eklendi. Bunu yaparken düşünmemesi kendisini akışa bırakması ve bilinçsiz seçim yapması isteniyor. Bilinçdışı olsun ki doğru olsun. Psikodramada da kişi seçerken düşünülmemesi içten gelenin yapılması istenir. Neyse dağıtmayalım konuyu. Bu kişileri seçip isimlerini verdikten sonra danışan onları salonda istediği yere istediği şekilde yerleştiriyor ve herkes susuyor. Gönüllü, temsilci kişiler ve hatta terapist dahi neyin ne olacağını bilmiyor.  Bu kişileri yerleştiren danışan gidiyor sandalyesine oturuyor. Temsili arkadaşlar 1-2 dakika içlerine bakıyor ve yapmak istedikleri hareketleri yapıyorlar. Kime ne kadar yaklaşmak istiyorlarsa kimden ne kadar uzaklaşmak istiyorlarsa kime zarar vermek istiyorlarsa kimin pozisyonunu bozmak istiyorlarsa ne istiyorlarsa yapıyorlar. Sonra herkes bu görüntüye bakıyor. Temsilcilerden o an ne istediklerini söylemeleri isteniyor. Onlarda rolleri ağzından konuşarak duygularını söylüyorlar. Gerçek danışan arada görüntüye bakıyor olanı biteni izliyor. Bakın bu inanılmaz bir şey. Hakkımda zerre bilgisi olmayan ve sadece öfkemi çalıştığım bir oyunda beni temsilen seçtiğim kişi içimdeki tüm duyguları söyledi. Annem gerçekten annemin tüm duygularını söyledi. Kardeşim gerçekten kardeşim gibiydi. Öfke duygum her şeyi patlatmak istediğini her birini bir köşeye savurmak istediğini söyledi, beni temsil eden kişi kaçmak gitmek istiyorum dedi ki ben belki asla binmeyeceğim uçak biletlerine bakan insanım. Bu inanılmaz bir şey. Onlara rolleriyle ilgili tek bir kelime bile etmedim ama onlar tam olarak o role girdiler. Çünkü kolektif bilinçaltlarında öyle birini tanıyorlar, nesilden nesle aktarılan insan rollerinde ya kendileri ya da tanıdıkları birileri tam da benim onlara verdiğim rolü yaşamıştı. Ve benim bilinçdışım bunu bildiği için seçti. Çünkü bilinçdışı bilir. Bilinç engeller. Onun için bu seçimleri düşünmeden yapıyoruz. Biz bilmiyoruz ama beynimiz biliyor.

Sonra oyun yine devam ediyor, yine spontan yine kimin içinden nasıl geliyorsa. İhtiyaç varsa bi duygu sokulabilir, çıkarılması isteniyorsa bi duygu çıkarılabilir, danışan kendisini oynayabilir, rollerle konuşmalar yapılabilir ve böyle bitirilir. Ölülerle bile konuştuk, medyum muyuz ne. Ben kimseyle konuşmadım. Konuşulacak gibi değildi. Terapistim de bunlardan bi şey olmaz sen uzak dur kendini koru, paçayı kurtar demeye getirdi zaten.
Güzel bir deneyim gerçekten. Hayatım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti klişesi var ya. Orada hayatın film gibi gözlerinin önünde oynuyor ve sen izliyorsun. Sen oyunculara hayatından tek kelime bahsetmiyorsun ama onlar zaten ezberlemişler rolleri önceden, cuk diye oturuyor karakterler, oynuyorlar sen izliyorsun hayretler içinde, sen izliyorsun gö yaşları içinde… Sistem büyük bir denge halinde gerçekten.
Bu aile diziminin Türkiye temsilciliği Türkiye Sistem Dizimleri Enstitüsü tarafından yapılıyor, Mehmet Zararsızoğlu kuruculuğuyla, ilgilenenler için sitesi şu: http://www.tsde.org/Default.aspx

Benim terapistim de şu an burada eğitime devam ediyor. Birkaç seans dizimden sonra belki gelecek için ben de değerlendirebilirim. Fakat biraz daha zamanım var. Ama psikodrama yoluna girmeden bununla temas etme şansına sahip olduğum için muyluyum. Henüz üzerinden çok zaman geçmediği için psikodrama ile aralarındaki farkların olumlu mu olumsuz mu olduğunu yorumlayamıyorum ama sanırım biraz sindirdikten sonra onu da yaparım. Henüz her şey çok taze.

Evet
Bu kadar duygunun üzerine sevgilimin (pardon sözlümün) ailesine yemeğe gittik, ailecek…
Garip ama o yaşadığım yoğun duyguların hiçbirini onlara yansıtmadım. Hatta benim çalışmamda partnerimi seçtikten sonra role gelen kişi ve benim rolümdeki kişi, güzel bi huzur ve sevgi hissettiklerini söylemişlerdi ve bu o kadar güzel geldi ki sanırım bütün akşamki keyfim neşem bundandı. Bi baktım arka arkaya espri yapıyorum, sürekli bi gülme var ortamda, hatta onurla birbirimizle bile uğraştık aile içinde, eğlendik.  Ama en etkileyicisi de sanırım onurun babası… O kadar sevgi dolu bakıyor ki buram buram alıyorum. Bi sağ ol kızım diyor sanki on Kızım daha çıkıyor ağzından. Annem bile fark etmiş, ne kadar seviyo seni, çok belli dedi. Bilmiyorum galiba bu evliliğe dair en iyi şey bir babam olacak olması. Gerçi dur lan, bu aktarım olmamalı mı, of iki dakika gönül rahatlığıyla mutlu olamıyoruz be, hemen aktarıma kayıyor kafa, neyse bu konu tam terapide konuşulur. Önemli olan sevgilimin babam olmaması bence babası babam olabilir. Evet konuşmak lazım, baktım içime bence bi sakınca yok şu an. Bakalım seanstan sonra ne düşüncem.
Evet sanırım yeter bu kadar.
Zor gün bitsin artık.
İyi zamanlar.



16 Ocak 2016 Cumartesi

Kimse var mı?


Orada biri var mı?
Duymak istiyorum.
Kimse var mı bunu okuyan?
Bi ses verseniz keşke, keşke bi el etseniz.
Ben varım burdayım deseniz.
Sahi aranızda beni göreniniz var mı?
Pardon beyefendi buradan 165 boylarında, beyaz tenli bi kız geçti mi, 24-25yaşında. Görmediniz demek. Karşınızdayım oysa. Şu an da mı görmüyorsunuz? Yoksa görünmezliği mi buldum ben. Evet görünmezlik, bulmuştum ben unu daha önce.. Satsam iyi para eder, param olunca da beni görürler, ben de birilerini ‘görmek’ zorunda kalırım ama. Evet, para ile görmek, para ile görülmek ne kadar da uydu birbirine. Dilin güzelliği midir bu olan. Hayır hayır gözlerinde dolar işaretleri olan yılların karikatürü bu durum. Ne kadar da kültürel di mi bu konu. Para. Para varsa insan da var, görünmezlik de var, görünürlük de var. Ama gerip bir şey söyleyeceğim şimdi. Geçen iktisatçı biri (ömer Cansızoğlu) ekonominin büyük teorilerinin(keynesyen, kapitalizm oportünizm vs.) bi sıkıntısı vardır dedi, içlerine insan koyunca çalışmazlar. Evet para öyle bir var ki onun var olması için insana ihtiyacı yok. Ama insanın var olabilmek için paraya ihtiyacı var. Hem de çok paraya ihtiyacı var. Ne kadar paran varsa sen de o kadar varsın. Neyse parayla ilgili bu kadar cümle kurmayı yakıştıramıyorum kendime. Parayla para politikacıları ilgilensin, dünyanın en çirkin iki kelimesi bir araya gelmiş, para politikaları olmuş ve şu an benim zihnime bi sürü anı gelmiş, içinde para olan ve rahatsız edici… Bırakıyorum bu kısmı, yanının bu oturumunu kapatıyorum. Bu benim işim değil, benim işim insan, benim işim psikoloji. Görünmeyeni buluyorum ben. Derindekine ulaşıyorum. Okyanusa dalıp inci çıkarıyorum. Rüyaları sembolleri yorumluyorum. Bilinmezi aydınlatıyorum. Ben her insanda yeni bir şeyler daha öğreniyorum. Elimden soğuk kağıtlar geçmiyor, karşımda kanlı canlı bi insanla sıcak ilişkiler kuruyorum. Paranız size kalsın bana ilişki verin. Var olan birilerini görmek istiyorum. Evet belki de birilerinin varlığına inanmak için bu meslekteyim. Sırf birilerinin varlığını görmek için onların dertlerini dinlemeyi göze aldım. İyi anlarında olamayacağım için kötü anlarında yanlarında olmayı istedim. Birinin hayatımda var olması için mutsuz olmasını bekledim. Bu ne kadar acı biliyo musunuz. Siz acı nedir biliyor musunuz.
Acı ne biliyo musunuz. Acı, var olamamak. Siktir edin yukarda yazdıklarımı. Yok kimse yokmuş da, yok insanlar var olsunlarmış da. Acının kendisi var olamamak. Benim derdim hayatımda var olmayan insanlarla değil aslında. Şimdiye kadar ki yazdıklarım kendi içindeki sıkıntıyı dış nesneye atarak yansıtma yapmak, problem bende değil onda demek. Ama hayır. Durum göründüpünün tam tersi. Benim var olmayan, karşımdaki değil. Var olmayan benim. Ben yokum. Evet ben yokum.
En son görünmezliği bulmuştum bilmem bahsetmiş miydim. İşte bulduktan sonra o görünmezlikte kaldım. Sonra tekrar görünür olmayı bulamadım. Öyle filmlerdeki gibi de olmuyormuş. Belli bi süre sonra tekrar görünür olmak gibi bir şey yokmuş, Hollywood’a kandık, yandık anam yandık. Ama ben zaten fazlalıktım. Erkek olsun diye doğurulmuş iki çocuktan kız olarak dünyaya gelen ve daha anne karnından fazlalık olan biriydim. Yok olmam sistemi dengeye getirdi. Düşünsenize: Bir erkek istiyorduk sen de eşantiyon promosyon geldin sözleriyle büyümüş ben için görünmezliği bulmaktan başka çare yoktu.
Arada görünmek zorunda kaldığım bütün zamanlarda da normal insanlar burada nasıl davranır diye düşünerek yaşadım. Yaşamak davranmak için düşünmem lazımdı çünkü zaten fazlalık olarak çıkıntı olmamalıydım. Normal olmalıydım ki göze batmıyım. Göze batmıyım ki zaten fazlalık olduğum üzüme vurulmasın. Sahi kütlesel çekime dahil miyim ben. O kadarlık da mı var olmadım. Neyse…
Evet bunu bile anlattım daha ne anlatayım. Uyumam gerekiyor. Beynimi iyi hissetmiyorum. Sinyaller veriyor. Alıyorum ben de.
Yarın bi şeyler eklerim belki. Şimdi vücudumda kalan son kuvvetle bu yazıyı yayınlıycam. İyi zamanlar.


15 Ocak 2016 Cuma

Öylesine...

Önce kim vardı bilmiyorum. Ne vardı.
Kim geldi buraya nereden geldi beni kim getirdi haberim yok. Telefondan yazıyorum ki bu yazma biçiminden hoşlanmıyorum. 
Yarın bağımlılıkla ilgili sınıflara girecek bir öğretmenken bağımlılığın dibini yaşıyorum. Evet daha bugün çocuklara sigarayı anlayıp dersten çıkıp sigara içtim. Sahi kimim ben. Nerden geldim buraya. Bu konuya benden önce gelen olmuş muydu. Beynimde anlam veremediğim şeyler oluyor. Az önce bi şey keşfettim ha siktir diye tepki verdim. Ciddi bi şeydi. Her yeni günde iç dünyamdan bi şey keşfediyorum. Bu çok zor arkadaşlar. Elinizi vermeyin. Kol gidiyo kol. Giden kol da bi yerden giriyo ona göre. 
Bu arada zamanın Nasıl bu kadar hızlı geçtiğini anlamıyorum. O kadar hızlı ki korkuyorum artık. Daha dün pazartesiydi derken yarın cuma. Aradaki günlere ne oldu sahi şeytan aldı götürdü mü. Satmış olmalı ki kimse bak bu perşembe bu da salı diye bana gün getirmedi.
Neyse konumuza dönelim. Zihnim dağınık. 
Bugün bi makale yazmayı planladım. Süper bi ilham aldım. Uzun süredir sevgili iPhone'un nimetlerinden yararlanan biri olarak yollarda müzik yerine bilimsel podcast'ler dinliyorum. Bu ilhamı bu yayınlardan birinden aldım. Resmen beynimde şimşekler çaktı. Mikroplar ve bağışıklık sistemi arasındaki ilişki ile çocuk anne nesne ilişkilerini kıyaslayan bi makale yazmak istedim. Galiba yapıcam. Yakında. Kısmet. Yazınca yayınlarım. Ama yazar mıyım bilmiyorum. Şu saatte hiçbir şeyden emin olamıyorum. 
Yarın iş var. Son iş günü. Yapılacak işler var. Uyunmalı sanırım yavaş yavaş. Ama şu yazıyı yayınlamak istiyorum. Evet yayınlamak. Resimsiz figürsüz sansürsüz. 
Bu arada istediler beni. Komikçe şeyler de oldu konuşup gülüyoruz ama şu an onu anlatabilecek düzeyde değilim. Sanırım daha normal Zaman'larımda yazı yazmalıyım. Ama işte ne yaparsın. Yazmak da benim kötü alışkanlığım. Bi medet umuyorum sigaradan umar gibi, alkolden esrardan umar gibi. Umut gönlümün ekmeği netice de, aç mı kalsın gönlüm. Aç kalmadın, var da yiyecek bir lokma umut karnı doymasa bile o umutla yaşasın. 
Of buraya Nasıl bağladım bilmiyorum. Resmen çağrışım zinciri yaşadım. Psikanalizin en değer verdiği yöntemlerden biri. Bende rüyaya daha çok değer veriyorum. Rüya iyidir. Görün arkadaşlar. Zihninizden rüyaları dışlaştırmayın. Rüya değerlidir. Tabi siz değerlendiremiyorsanız o sizin eksiğiniz ama rüya değerlidir.
Bu arada çaktırmadan bok attım sadece ödipal ve/veya closed narsistler anlar. 
Hadi ben gider.
Sevgiler.


12 Ocak 2016 Salı

Gaye Su Akyol - Yıllar Yılan

Bu ses, bu şarkı çok iyi. Size ısmarlıyorum.

Gaye Su Akyol - Yıllar Yılan


Kayboldum kanadında beni çıkar ya aşk

Koymuyor ilacını yamacıma
Anlamıyor acımı acıdan ölüyorum bak
Buralar hep ızdırap
Boşver beni sen anla

Giden o hayale
Filler gibi uçan geleceğe
Kavrulur odalar aynadaki gül cemale
İçine kaçan heveslere
Kimse anlamaz cürmü yakar

Kirden nehir durmaz akar
Titrer duman kabus yağar
Öldürmedi bu yıllar yılan
Anlamaz o cürmü yakar

Kirden nehir durmaz akar
Titrer duman kabus yağar
Öldürmedi bu yıllar yılan






9 Ocak 2016 Cumartesi

Kızı kızdan istemek lazım, kız kendini bulursa

Merhaba ben dünyalı. Size yataktan yazıyorum. Bol rüyalı bi gecenin ardından aşağı inip kahvaltı yaptım. İştahsız ve tatsız. Sonra çıktım yine yatağa girdim. Aslında yapmam gereken şeyler var. Hatta dünya kadar şey var. Çünkü bu akşam beni istemeye geliyorlar. Ama benim tek yapmak istediğim iki gün yataktan çıkmamak. Niye böyle oldum bilmiyorum. Belki de rüya böyle yaptı. İstemeye gelen Onur ve ailesi Çiçek çikolata getirmiyo, Onur diğer arabada diyor umursamaz bi şekilde onlar da trafikte kalmış. İlgilenmeme ve bunu ciddi görmeme var yani burada. Yani normal hayatımızda hep yaşadığımız şey. Yok gibi hissetmem sevgilimin hayatında. Bi süredir Onur'a sansür çekip kendi hayatıma baktığım için hissetmiyordum ama böyle yakınlaşmalar yine aynı şeyleri hissettirdi. Yeniden bi şeyler beklemeye başladım sanırım. Yok gibiyim diyince kızıyor ama pek çok Zaman hissettiğim başka duygu yok. Bunları rahat rahat yazabiliyorum buraya çünkü okumuyor, bloğum olduğunu bilmesine rağmen açıp da bi bakayım bu kız ne yazmış demiyor. İki gün önce konuştuk, beş aydır terapiye gidiyorum ve sen kime gidiyosun kim bu adam adı ne soyadı ne demedi. Merak etmedi. Herhangi bir sosyal medya hesabından ne yazdığımı paylaştığımı takip etmediğini biliyorum. Bunlar pek çok zaman sikimde olmasa da bazen rahatsız ediyor. Bilmiyorum belki böyle herkesin yok gibi olduğu bi ilişkiye ihtiyacım vardır. Çocukluğumda hissettiğim yok gibi olma hissini devam ettirmem gerekiyor belki. Bilmiyorum bilmiyorum şu an iyi hissetmiyorum kendimi sadece. Akşam gelecekler ve ben hala ne giyeceğime karar vermedim, her işi erteliyorum, şu an gerçekten ne yapıyorum ben kafasındayım, etrafımdaki herkes benden çok heyecanlı, benim tek hissettiğim rahatsızlık ve ağlama isteği. Bunları Timur'la konuşmalıyım. 
Of.

7 Ocak 2016 Perşembe

Terapi ertesi

Yaklaşık 6-7 dakikam var. sevgilim yolda beni almaya geliyor. Bugün onun doğum günü. Doğmuş olduğu için mutluyum. Ama şu an bunu hissettirebileceğimi sanmıyorum. Dün seansım vardı. Benim için zordu. Sadece bunu yazmak istedim belki bilmiyorum. Bir de babamla ilgili bir şeyler var. Ondan uzak olmak istiyorum. Mümkün olduğunca. Duygularımın yorulduğunu hissediyorum. Bu kadar çok hissedip bunları zihinde işlemlemek gücümü tüketti. Artık hissetmek istemiyorum. yoruldum. Darmadağınık kafam. Eski rüyalarımı hatırlıyorum, o zaman yorumlayamadığım ya da bilişsel olarak anladığım ama hissedemediğim sahneleri şimdi hissediyorum. Acısı da kağıt kesiği gibi. Parmaklarım kağıt kesiği dolu. Kimsenin elini tutabileceğimi sanmıyorum. Kimseye dokunamam. Kimse de bana dokunmasın. tek isteğim şu an yağan yağmurda yürümek... Bana dokunan tek şey yağmur damlaları olsun. Omuzumda yağmur olsun. Bi elimde cebim olsun. Bi elim sigarada olsun.