Müsaadenizle yılın son yazısını yazmaya geldim. Bu yıla dair eteğimdeki taşları dökmeye. Televizyonu açtım Bülent Ersoy şarkı söylüyor. Aman Allah'ım bu ne güçlü bi ses diyorum her dinlediğimde. Nasıl bir efsane bu kadın. Neyse konumuza dönelim. 2016 ocak 17 pazardı. Hayatımın en büyük değişiminin başlayacağı aile dizimine katılmıştım. Timur'un danışanlarından bir avuç vardık o ofiste. 3 yıllık danışanlarından tut sadece bir seans terapi almış danışanına kadar, geniş bir spektrum. Bir gün sonra o arkadaşlarla vatzap grubu kurduk ve bu geçtiğimiz yıl hayatıma o kadar dahil oldular ki anlatamam. Dahil ve şahitlerdi her şeye. Birbirimiz üzerinden sorunlarımızı çözdük, sürekli sürekli toplandık, hep görüştük, dünyanın aktarımını yaşadık ve hallettik, birbirimize terapi yaptık, geceler boyu kahkahanın dibine vurduk, bazen de ağladık. O kadar bulunmaz ve eşsiz ilişkiler yaşadık ki bunun adı dostluktan başkası olamaz. Bu dostlukları kazandığım yıl olduğu için 2016 ya küfretmiyorum sizler gibi.
Sonra nişanlandım, yetmedi evlendim. Sevdiğim adamla her gece beraber uyumaya başladım. Uyumadan önce yaptığımız muhabbetleri sevdim en çok. Bence hayatın özeti orada. Bazen gülüyoruz epey, genelde huzurluyuz şükrediyoruz. Pek kavgamız olmadı. bu güzelliği yaşıyorken 2016 ya küfretmek istemiyorum. Sadece medeni halim değil mekanım da değişti, kendime ait bi evim oldu. Duvarlarına dokunup bazen burası ikimizin evi diyorum sahiplenmeye çalışıyorum iyice. Bu yıl eşyalar seçtik evimiz için. Alışveriş yaptık, duvar kağıdı aldım mesela, en istediğim kocaman bir duvar, dünya haritası. Başka bi odada bir duvar kuru dallar. Ahşap şeyler, pastel renkler, geniş ferah bi evim oldu. Her gün biraz daha benim evim oldu bu ev.
Sonra bu yıl efsane bi tatil yaptım. Adına balayı diyolar biz interrail demeyi tercih ediyoruz. İlk kez yurt dışına çıktık. Eyfeli, Charles köprüsünü, Freud müzesini, büyük kanalı gördüm. Sırtımızda çantalar o trenden bu trene koştuk. Airbnb diye bir sistem var bilmem bilir misiniz tanımadığımız insanların evinde kaldık o sistemde. Yemeğimizi yaptık yedik, sonra gezdik yine gezdik. Bu yıla nasıl küfredeyim.
Bu yıl yüksek lisansa başladım mesela. Klinik psikolog diyecekler bitirince. Kariyerim için bi adım daha attım. Kendime yatırım yaptım. Açık öğretimden sosyoloji sınavlarına çalıştım üç beş de olsa yeni bilgi öğrendim. Kızmak istemiyorum 2016'ya.
Bu yıl öfkem azaldı. Bağırıyorken konuşmaya başladım. Geçen yıl erkektim bu yıl kadın oldum. Çocuktum yetişkin oldum. Rüyalarda kayboldum uyanınca kendimi buldum. Adımı öğrendim, kendimi tanıdım, bedenimi sevdim, sesimi dinledim. Tanıdığım tanımadığım duygulara girdim çıktım. Duygularımı ellerime aldım, renk verdim, şekil verdim.
Sizi bilmem ama ben sevdim 2016'yı. Şahsım adına dibe düşüp gökyüzüne fırladığım bi yıl oldu. Sınırlarımı belirlediğim aştığım tekrar belirlediğim, her şeyi bir çerçeveye sığdırdığım bi yıl oldu. Umut ektim ve filizlendiğini gördüm. 2017'de de bu filizin büyüyüp ağaç olmasını istiyorum. Ve hayatımda yaşadığım güzel değişimi ülkemin de yaşamasını istiyorum.
31 Aralık 2016 Cumartesi
30 Aralık 2016 Cuma
Kısa günün notu
İşteyim. Odamda. Bilgisayarımın hemen arkası boydan boya cam. Benim o boydan boya camdan görebildiklerim ise bi tanesi daha sıvası çekilmemiş dört apartman ve bir buçuk metrekare kadar gökyüzü. Hapisten farksız evlerimiz, ofislerimiz.

Vücudum ağrıyor, her hücrem, gözlerimin arkası, başım, kafatasım, ensem, sırtım, karnım, bacaklarım... İki üç gündür az uyuyorum ondan olsa gerek. Dün uyku tutmadı mesela. Belki tatil olur umudum vardı, yalan oldu. Her şey birleşince çalışasım gelmiyor. Bir iki gelen giden oldu işte hepsi o. Çay da içemedim öğlen oldu. Belki de her şeyin sebebi çay. Şehrin çeşitli yerlerinde elektrikler gidiyo bu ara. Sabah da yoktu okulda elektrik. Çay demleyememişler. Evet belki de tüm bu halim çaydan.
Ağrım var, ödevim var, işim var, kar var, uykum var, çay yok. Ağrım var, ödevim var, işim var, kar var, uykum var, çay yok. Ağrım var, ödevim var, işim var, kar var, uykum var, çay yok. Ağrım var, ödevim var, işim var, kar var, uykum var, çay yok.
29 Aralık 2016 Perşembe
Harici Bellekte Dosya Uzantısı
Boğuluyorum. Varsa bir tutam nefesiniz, almaya geldim. Varsa içinde azot, varsa içinde oksijen, bi denemek istiyorum. Sanırım bünyemin tek ihtiyacı.
Boğuluyorum bütün bağlardan. Aldığım nefesi geri verdiren sistemimden yoruluyorum. Zorunlu olarak mesafe kat edişimden yoruluyorum. Beni boğan bi şeyler var. Tarif edemiyorum işte. Ben buhar olup yükselmek istiyorum. Yükseklerde yoğunlaşıp yağmak istiyorum. Herhangi bir yere ait olamadan ordan oraya sürekli bi döngüyü devam ettirmek istiyorum. Yükseklere de, denize de ait olmamak. Yüksekten inmek alçaktan yükselmek. Durmadan durmadan hareket etmek. Kaçmak sonra. Bir şehirden diğer şehire. Yerle gök arasıdaki mesafe gibi olsun yollar. Burdan bi merve geçti gitti olsun. Varlığım üç saniye görünsün, iki saniye hatırlansın, bir saniyede unutulsun. Ben cesedimin bile bi yere ait olmasını istemiyorum. Mezar bile fazla gelir bana. Parça parça gömsünler beni. Kollarım bana sevgi yoksunluğu yaşatan insanların bahçesinbe gömülsün, bacaklarım beni esir eden kişinin bahçesine. Kafam, yüzüme bakmayan insanların avlularına bölüştürülsün. Kalbimi de yaksınlar, kimseye kalmasın. Yakıp rüzgara savursunlar küllerini.
O kadar ait değilim ki bu hayata o kadar olur. Cinselliği pornolardan öğrenmiş insanlar ne kadar uzaksa gerçek bi sevişmeye o kadar uzağım hayata. İzlediğim filmlerden okuduğum kitaplardan yaşamayı öğrenmeye çalışıyorum. Gerçek nedir bilmiyorum. Nereye temas etmem gerektiğini kaçırıyorum sanırım. Öğrenmeye çalışırken kaçırıyorum yaşamayı ve ait olamıyorum bu bana ait olmayan hayata. Bana ait olmayan hayata ait olamıyorum.
Yoruldum. İçim yoruldu. Duygularım yoruldu işlemekten. Her gün bi başkasını yakaladığım deli dehşet duygular içinde nefessiz kalıyorum.
Kimsesizim. Dünya üzerinde beni anlayabilecek kimse yokmuş gibi hissediyorum. Bi insanın bi insanı anlamasının ne kadar mümkünsüz olduğunu düşünüyorum. Kendimi anlatmaya çalışmaktan ve insanlardan beni anlamasını beklemekten de yoruldum. Yazmaktan yoruldum. Ama yoruldukça yazdım.
Kimseye ihtiyacım olmasın istiyorum. Kimse yanımda yamacımda dolaşmasın, bana dokunmasın istiyorum. Kimse tutmasın, tutmayı bilmediği elimi. Kimse öpmesin beni, öpmeyi bilmediği dudaklarıyla. Kimse yanımda durmasın bana yaslanarak yürümeye çalışacaksa.
Ben yalnızlığımla dünyanın en güçlü insanı olmak istiyorum. Dünya bana ait olmak zorunda değil ama ben dünyaya ait olmak istiyorum. Dünyaya ait olabilirim belki, her şehir benim memleketim olabilir. Kendini ne İstanbul'a ne Kars'a ait hissedemeyen ben, belki bu ülkeye bile ait hissedemeyen ben, bi ihtimal içine doğduğum dünyaya ait olabilirim. Ben belki anne karnına bile ait değildim, bundan sonra bi mezara ait olmayı bile kabul edemiyorum. Nasıl olacak bilmiyorum. Bilmiyorum işte. Bi şeyler olmalı. Ya da olmamalı.
Ben buhar olup yükselmek, yağmur olup yağmak istiyorum. Ben tüm bu kargaşanın içinde kaybolmak istiyorum.
09.10.2016
28 Aralık 2016 Çarşamba
Kapsüldeki Çocuklar

İçimizde o kadar çok çocuk var ki anlatamam. Ve bizden talep ettikleri o kadar çok ihtiyaçları var ki. Onların bizden başka kimseleri yok. Bizim içimizde kaldıklarına göre anneleri babaları yeterince iyi annelik babalık yapamadı onlara. Bu yüzden hem 3 yaşında, hem 4 yaş 2 aylık, hem 5 yaş 7 aylık hem 1 yaş 4 aylık bi sürü kendi çocukluğumuz kapsül halinde yer etti içimizde. Kaybolmadılar bi yere gitmediler. İçimizden başka gidecek yerleri yoktu ne yapsın zavallılar. Arada kapsülleri yırtmaya çalıştılar ama çoğu zaman bastırdık onların sesini. Anne babamızdan öğrendiğimiz çocuğun sesini duymamayı içimizde çocuğa tekrar tekrar yaşattık. Sonra yeniden kapsül oldular ağırlaştıkça ağırlaştılar. İçimizde taşıdığımız o anlamlandıramadığımız ağırlığın kapsüldeki çocukların acısı olduğunu anlamak o kadar çok zamanımızı aldı ki gelen bir sürü treni kaçırmış olduk. Ama hiçbir şey için geç değil. Onlar bizim sahip olduğumuz ilk çocuklar doğurmadan, kendi çocuğumuz olmadan önce, kendi çocuğumuzdan önce bakım vermemiz, ihtiyaçlarını gidermemiz gereken çocuklar. Bir iki tane de değil onlar. Her kapsülü tek tek açmak lazım. Ona dokunmak, sarılmak, dinlemek yanında olmak, ihtiyacını karşılamak lazım. Ona dokunamadan karşımızdaki insana dokunabilir miyiz? Ona dokunamadan kendi çocuğumuza dokunabilir miyiz? Ona dokunamadan kendimize dokunabilir miyiz?
Şimdi vakit bir parka gidip salıncakta kahkaha atma vakti. Şimdi vakit cicibebe yeyip nesquik içip sarılıp uyutma vakti. Şimdi vakit bi su birikintisinde zıplayıp coşkuyu yaşama vakti.
17 Aralık 2016 Cumartesi
İşte öyle bir şey...
Bi şeyler var, çok ince noktaları var. Milisaniyelik mimikler gibi, anlatması zor. İpin ucunda gibiyim, ipi tutmak için çok küçük bi yer var gibi. Ne anlatayım nasıl anlatayım bilemedim bu sefer. Galiba kelimelerim tükendi. Belki biraz sözlük okumalıyım. Kendime cahilim çünkü. Kendime bilgisizim. Kendime yetmedi kelimeler.
Kabul ve güvenli alan arayışım var bitmek tükenmek bilmeyen. Bi sürü kırılışa rağmen ağzının payını almayan bi arayış bu. Sessizlik galiba ihtiyacım olan şey kabul ve güvenli yeri sağlama kriteri. İçimde ve dışımda sessizlik. Beraber sessizlik. Ama herkes konuşuyor, herkes soruyor, herkes anlatıyor. Herkes herkes herkes. Beraber susamıyoruz kimseyle. Susmak duygu paylaşmanın en temiz yolu. Susmayı özledim ben. Duygumu gözlerimden gözlere transfer etmeyi özledim.
Biraz sakinim üç haftalık ağır bi duygudan sıyrılıyorum yavaş yavaş. Bi tık azaldığı için yazabiliyorum. Hayatımda çok ciddi yer eden birinden kopmak üzereyim. Galiba biraz da onun yasını yaşıyorum. Yas derin bi duygu. Erken başlayan yas da sağlıklı. Belki de beynim beni korumak için erkenden yaşatmaya başladı bu acıyı.
Şimdi biraz daha sakinim. Daha hazır ve daha güçlü. Kendimi korumayı öğreniyorum galiba.
13 Aralık 2016 Salı
9 Kasım 2016 Çarşamba
Arayış
Bütün bu keşmekeşin arasında kendimizi arıyoruz. Ne kadar uzağız hayata içinde yaşıyorken. Bi deniz manzarası bi çay bi sigara. Böyle yerlere erken gelip arkadaşı beklemek güzel. Kendine dönüyorsun yeniden yeniden. Bitmeyen bi yola girmişiz. Son nefese kadar devam edecek bi kendi üzerine düşünme yolu. Her an bi gözleyen ben konuşuyor beyninin bi tarafında.
Sigaramı tam söndürememişim dumanı tütüyo, masaların biri boşalıyo derken doluyor, herkes sakin kendi derdinde. Ama kimse mutlu değil. Belki de kendilerini beyin mutsuz ettiğini bilmiyorlar. Hiç nesne ilişkisi okumadılar, kurdukları ilişkilerin dinamiğini belki de hiç öğrenemeyecekler. Belki de biliyorlar bilmiyorum. Ben bilen değilim. Ben hissedenim. Ya da hisseden değilim. Onu da bilmiyorum. Hissetme yolundayım belki. Sonuç olarak bu keşmekeş arasında ben neredeyim kimdeyim hangi sesteyim pes miyim bas mıyım bilmiyorum. Ben yürüdüğüm yolun hangi kilometresindeyim, sağımda solumda kim var bilmiyorum. Gözlerim bağlı kalbim açık. İçinde yaşarken kendisine uzak olduğum hayatı keşfetmeye çalışıyorum. Yorgunum ve hastayım. Bekliyorum. Dinleniyorum. Zira gücüm yok daha fazlasına. Güç toplamak istiyorum.
1 Kasım 2016 Salı
Aşk
Az önce yıllar önce yazdığım bi yazıyı okudum. Yayınlamadığım özel bi yazıyı. Her şey ne kadar değişmiş. Ben ne kadar değişmişim. Sanırım artık romantik olamayacak kadar sağlıklıyım. Bu kadar realist olmak ne kadar sağlıklı bilmiyorum ama kendimden memnunum.
Patolojik bi romantizm, iyilik hali olmaktan çok işgaliyet barındırıyor. Anlatayım, kocamın sevgilim bile olmadığı zamanlar içimdeki aşkla yaklaşan doğum günü için, sen doğmasaydın benim doğmuş olmamın bi anlamı olmazdı, onun için senin doğum günün benim doğum günüm, doğum günümüz kutlu olsun, iyi ki doğmuşuz yazmışım. Şimdi bakıyorum. İyi bok yemişim. Kendisiyle başka insanı, ben ve ötekini ayırt edemeyen insan ne kadar sağlıklı olabilir.
Aşk bir füzyon hali bu aşikar, füzyonun sağlıksızlığında aşk ne kadar sağlıklı olabilir.
Aşk patolojilerin örtüşmesi, aktarım okunun yaydan çıkıp doğru hedefe varması ve sonuç yok olmak. Aynı Yıldız Tilbe'nin dediği gibi. Aşk yok olmaktır. Kendi benliğinden vazgeçip başka bi insanın bedenine ruhunun karışmasıdır. Kaybolmaktır. Asla kendini bulamayan insanların karşısındakinin ruhunda kaybolmasıdır. Aşk kendini imha etmektir. Bir hastalık hali, bir intihardır. Çünkü her aşk kendinden vazgeçiştir. Gerçek bir benliğe sahip olamadan karşıdakinin benliğine ayak uydurur aşık. Ve bunu yüceleştirir. Edebiyat yapar, sinema yapar, tiyatro yapar, müzik yapar satar. Aşk satar. Kimliksizlik satar.
Aşık olunan nesnenin bi anlamı vardır ve bilinçdışı bi amaca hizmet eder. O amacın doyurulması ihtiyaçtır. Amacın doyurulması aşıklar kavuştuğu andan itibaren başlar ve belli bir süre sonra iki taraf da buna doyar. Artık ihtiyaç kalmamıştır. Bu sebeptendir ki sürüncemede kalan ilişkiler her zaman daha uzun sürer. Geldiği gittiği belli olmayan kişiler daha çok iz bırakır. Meşhur yarım kalan aşkların unutulmayacağı lafı bundandır.
Bu konu üzerine çok yazılır. Çınar gibi bi sürü dalı var. Ben sadece biraz gövde çizdim kendimce. Şimdi hazırlanıp Vefa'ya boza içmeye gideceğim. İçimde öncelikli olarak kendimi taşıyarak.
Size Yıldız Tibe'den buram buram pataloji. Severim kendisini de, patolojileni de, şarkılarını da.
Patolojik bi romantizm, iyilik hali olmaktan çok işgaliyet barındırıyor. Anlatayım, kocamın sevgilim bile olmadığı zamanlar içimdeki aşkla yaklaşan doğum günü için, sen doğmasaydın benim doğmuş olmamın bi anlamı olmazdı, onun için senin doğum günün benim doğum günüm, doğum günümüz kutlu olsun, iyi ki doğmuşuz yazmışım. Şimdi bakıyorum. İyi bok yemişim. Kendisiyle başka insanı, ben ve ötekini ayırt edemeyen insan ne kadar sağlıklı olabilir.
Aşk bir füzyon hali bu aşikar, füzyonun sağlıksızlığında aşk ne kadar sağlıklı olabilir.
Aşk patolojilerin örtüşmesi, aktarım okunun yaydan çıkıp doğru hedefe varması ve sonuç yok olmak. Aynı Yıldız Tilbe'nin dediği gibi. Aşk yok olmaktır. Kendi benliğinden vazgeçip başka bi insanın bedenine ruhunun karışmasıdır. Kaybolmaktır. Asla kendini bulamayan insanların karşısındakinin ruhunda kaybolmasıdır. Aşk kendini imha etmektir. Bir hastalık hali, bir intihardır. Çünkü her aşk kendinden vazgeçiştir. Gerçek bir benliğe sahip olamadan karşıdakinin benliğine ayak uydurur aşık. Ve bunu yüceleştirir. Edebiyat yapar, sinema yapar, tiyatro yapar, müzik yapar satar. Aşk satar. Kimliksizlik satar.
Aşık olunan nesnenin bi anlamı vardır ve bilinçdışı bi amaca hizmet eder. O amacın doyurulması ihtiyaçtır. Amacın doyurulması aşıklar kavuştuğu andan itibaren başlar ve belli bir süre sonra iki taraf da buna doyar. Artık ihtiyaç kalmamıştır. Bu sebeptendir ki sürüncemede kalan ilişkiler her zaman daha uzun sürer. Geldiği gittiği belli olmayan kişiler daha çok iz bırakır. Meşhur yarım kalan aşkların unutulmayacağı lafı bundandır.
Bu konu üzerine çok yazılır. Çınar gibi bi sürü dalı var. Ben sadece biraz gövde çizdim kendimce. Şimdi hazırlanıp Vefa'ya boza içmeye gideceğim. İçimde öncelikli olarak kendimi taşıyarak.
Size Yıldız Tibe'den buram buram pataloji. Severim kendisini de, patolojileni de, şarkılarını da.
Etiketler:
aşk,
ben,
füzyon,
kimliksizlik,
öteki,
yıldız tilbe
29 Ekim 2016 Cumartesi
bi geceden notlar
susmayı öğrenmek lazım. sessiz kalmayı öğrenmek. sessiz sessiz var olmak lazım.
öğrendim aşkın yaşı yokmuş otuz dört yaşında olcam ben
eğer sevda bu demekse ben vazgeçtim beni sevmeyin
kahve güzel olmuş bu arada
kışa allah kerim
ağladığımı görsün istemezdim
değmeyin feryadıma
şu sigarayı deniyim, a kişisi beni sıkıyo, yoruyo, çok konuşuyo
hadi yüreğim ha gayret
benim gözüm görse ben evlenmem
ooof
yok muı senin insafın yok mu bir güler yüzün çok mu
bana herkes dedi ki çocuğu olan bi adamla evlenme
aşkına sıçıyım
hala yakamadım sigarayı elimde kaldı
o şerefsize koz vermiştir
bi tek zeynep var, lanet olsun
yok mu senin insafın yok mu
sabaha kadar uyusam
ben şefkat istiyorum, sevgi istiyorum
merve bu küçüklüğümüzde sevilmedik diye mi
biri beni sevsin
iki gözüm seneler geçiyor
aşkın ve sevginin farkı ne
kadın dedi ki senin dikişlerin var
her gün bir şey daha biter
hayır ben sevilmek istiyorun
üüf hiç çekilmiyosun yaa
mervede herkesle iletişim kursa da herkesle dost olamayacak yapı var
aldırma deli gönlüm
sende en çok sevdiğim şey o, sen sınırlarını biliyosun
ben zayıf bi insanım güçlü değilim benim zaaflarım var
bir kuru sözle gönül alana
bak burdayız
ölümün değil ama yalnızlığın tek çaresi vardır
aşık olun gösterin birbirinize yalnızlığınızı
nedense beni anlasın istedim içinde insan olan duvarlar
tiyatro günü hangi gündü
kendini ne zannediyo orospu çoçuğu
kendini dünyanın merkezi zannediyo piç kurusu
beni beni unutma beni beni unutma
yok ya o pisliğin teki zaten onu ben de sevmiyorum
sen de karanlığın sustuğu yerde beni beni unutma
bu şiiri çok güzel
karnınız acıktığında yiyecek şeyler var evde
ben de şu yalnızlığı paylaşmak istiyorum
ben onu çok merak ediyorum nasıl ayırt edebiliriz aşk mı sevgi mi
on beş yaşında mıyız ne aşkı
aşk patolojik bi şeydir
böyle bir akşamda
canımın acımasını da seviyorum
canımı ne acıtıyo biliyo musun karşımdakinin anlaması
hele bir de aylar da temmuz is bambaşka
ya ben bi tane proje yapmak istiyorum ya
ben siz bi şarkı açcam
sıçıyım onun mutluluğuna
görüldüm gözünün feriyle ben sana ölüyorum
ben bu sene dans etmek istiyorum kim eşlik edecek bana
bekledim teninin ateşini
bize madalya takmazlar
sen mutlu olduktan sonra çocuğun mutlu olmaz mı
o hayatta olsa ne olur
benim hiç madalyam yok
ağardım gamze çiçeğinde sarardım aşk ateşiyle
kendimi kuma gömmek istiyorum
sen mutlu etmek zorunda değilsin
saçlarından düşerdim
kızıyorum sana
kendimi öldürmek istiyorum
ben sana ölüyorum
derin derin soluyorum seni
önce kendimizi sevicez mutlu olcaz
dört kitaptan başlayalım istersen gel söze
sen önce kendini seveceksin kendini sevmezsen kimseyi sevemezsin
ben dedim ki önce ben ya
evlerinin önü yonca
boyu uzun beli ince ninna yavrum ninna
sen çok güçlü bi kadınsın
bu üçü arasında en sağlıklısı sensin
işte gidiyorum çeşmi siyahım önümüze dağlar sıralasa da
bunu da görünce aklıma hep vizontele geliyo
şiirlerini seviyorum
olsun ırkçı değilim ben
çakmak nerde
ah ile zarda
herkes kendi sesini çıkarsın
aaaa aşk sana benzer
ben seni uzaklarda sevdim
ama o yalnız ben yalnızlığa bağlıyorum
aferin ona
o en fazla karı gibi güler
doğal ve dibine kadar dobra bi adam
çok çirkin bi adam,
yeri gelmiş ayrılığa gülmüşsek sana olan sevdamdandır bilesin
vedalaşmadık zaten
insanı düşün, o insan işte
o öğrenciye farklı davranıyodu zaten
karı koca çok var bizim okulda
bunların hepsine kafa atıcam ya
ben körüm diye alnına yaz belki anlarlar
şu an bi açığımı bulsalar ağzıma sıçacak insanlar var
dost eyledin beni göçüp giden kuşlara
size güzel bi şarkı açıyorum
ben giyinmeyi seviyorum
müdür yardımcısı normu giderse kim gider diye tartışılıyo
ben de çanakkaleye gidicem zaten
ah be hiç haberin yok eş dost hep gama düşücez
seviyor sevmiyor diye bi dizi var biliyo musunuz
aklımı kaçırıyorum bu cinnet akşamlarında
sahip olduğum her şeydin her şeyimi alıp gittim
o beni terketti o zaman işler değişti
evlilik öyle bi şey değil
bu sigara benim mi
bana para çok önemli diyen adam diyo ki öenmli değil öderiz
güldüm mahsuninin berbat haline
ne halin varsa gör
24 Ekim 2016 Pazartesi
Umuttan Söz Etmek İstiyorum-Cesar Vallejo
Bu acıyı Cesar Vallejo olarak çekmiyorum. Şu anda ne sanatçı, ne bir insan, hatta ne de bir canlı varlık olarak acı çekmiyorum. Bu acıyı bir Katolik, bir Muhammedî yahut dinsiz olarak çekmiyorum.
Yalnızca acı çekiyorum bugün. Adım Cesar Vallejo olmasaydı da çekecektim bu acıyı. Sanatçı olmasaydım, aynı acıyı duyacaktım yine. İnsan da olmasaydım, hatta canlı varlık ta, böylesine çekecektim bu acıyı. Katolik te olmasam, tanrı-tanımaz da olmasam, Muhammedî de olmasam yine acı içinde olacaktım. Bugün en dipten başlayarak acı çekiyorum. Yalnızca acı çekiyorum bugün.
Açıklamasız bir acı içindeyim şu anda. Öyle derin ki acım bir sebebe bağlanamaz, bir sebebe de bağlanamaz. Sebep ne olsun ki? Ona sebep olabilecek önemdeki şey nerede? Hiçbir şey sebebi değil, hiçbir şey ona sebep olacak güçte değil. Bu acıdan doğan şey ne işe yarar.
Benim acım bir tuhaf kuşların kuzey ve güney rüzgârlarından döllenip saldıkları tarafsız yumurtalardandır. Sevdiğim kız ölseydi, acım çektiğim acı olmakta devam ederdi. Boynumu kesselerdi usturayla, ben yine şimdi duyduğum acıyı duyardım. Bu hayatta değil bir başka hayatta olsaydım çekeceğim bundan başka bir acı olmazdı. Bugün en yücelerden başlayarak acı çekiyorum. Yalnızca acı çekiyorum bugün.
Açların acısına bakıyorum da benimkinden nasıl da uzakta görüyorum onu. Açlıktan ölecek olsam, bir ot olsun biterdi mezarımda. Aynı şey âşıklar için de öyledir. Âşığın kanı, hangi kaynaktan ve ne yöne aktığı belli olmayan benim kanım yanında nedir ki?
Şimdiye dek evrendeki her şeyin kaçınılmaz olarak baba-oğul bağlantısı içinde olduğunu düşünürdüm. Oysa bugün işte bakın ne babadır benim acım ne oğul. Batan gün olmaya tümseği yok, fazlasıyla sinesi var doğan gün olmak için ve loş bir yere konacak olsa hiç ışık salmayacak, aydınlık bir yere koysan gölgesi olmaz. Bugün acı çekiyorum, olsun ne olacaksa. Bugün acı çekiyorum yalnızca.
22 Ekim 2016 Cumartesi
Sus-Konuş Yok ol-Var ol
İnsan en çok doğarken vardır. Cıyak cıyak vardır. Ben burdayım, içime aldığım oksijen ciğerlerimi yakıyor, beni sakinleştirin diye diye, bağıra bağıra vardır. Ve belki de bizim var olduğumuzu hep bağıra bağıra dile getirişimiz bundandı. Sustukça varlığı unutulan bizler susmaktan korktuk çünkü sustukça yok olduk. Yok olmamak için konuştuk, bağırdık, çağırdık. Hep konuştuk, hep bağırdık.
Sorunlarımız vardı bizim. Ciğerlerimizi yakan oksijenle başlayan ve asla bitmek bilmeyen sorunlarımız. Var olmak için hepsini soktun insanların gözüne. Sorunlarımız olmadaydı yok olurduk çünkü. Bizim sorunlara ihtiyacımız vardı, en büyüğünden, en acısından, en farklısından. Dur o ne ki ben şunu şunu yaşadım diyecek hep diğerinden daha fazla olmadı gereken sorunlarımız vardı. Çünkü bizim onlara ihtiyacımız vardı. Sorunlarımızın varlığı ile doğru orantılı olarak varlığımız görüldükçe yapıştık sorunlara. Artık ihtiyacımız vardı hepsine. O sorunlar, hastalıklar, kavgalar, iflaslar, ayrılıklar bizim tutunduğumuz dallardı. Yere çalışmamak için, görünmez olmamak için sıkı sıkı tutunduk hepsine. Çünkü biz sessiz olarak var olmayı öğrenememiştik. Bizim annemiz bile, buram buram var olan bi çocuk dünyaya getirdiğinde, kendi yerine var olacak bi nesne bulduğu için sessizliğe gömülüp ölmüştü ya da bizim sorunlarımız üzerinden var olmaya devam etmişti. Ama sessizlik, ölüm ve yok olmayla eşleştiği için biz susamadık. Öleceğiz sandık. Susarsak ölürüz sandık.
Peki ölür müyüz susarsak? Sanmam. Susa susa ben burdayım demeyi öğrenmek lazım. Sessiz bi hayatın içinde var olmayı denemek lazım. Sorunlara yapışmadan, dingin, sakin yaşamayı öğrenmek lazım. Acıdan değil aldığımız oksijenden haz duymak lazım, artık ciğerlerinizi yakmayan oksijenden.
13 Ağustos 2016 Cumartesi
Şükür
Yalnızlık yok. Allah var. Çok büyük. Bizi görüyor. Karşımızdakinin bakınca anlayamadığı duygularımızı görüyor. Sonra diyor ki, dur bakalım yalnız değilsin. Ben varım. Senin acı çektiğini biliyorum ama merak etme ben senin yanındayım.
Bu bi şeyden korkan, endişelenen, bi sebepten kötü hisseden bi çocuğa annenin söyleyebileceği en doğru laf literatürde. Evet acı çektiğini, endişelendiğini ya da korktuğunu görüyorum ama merak etme ben senin yanındayım, benim yanımda güvendesin. Allah bana bugün bunları söyledi. Kendimi anne baba korumasında huzurlu ve güvende hisseden çocuk gibi gördüm. Bi kaç kere gözlerim doldu, varlığını hissettiğime şükrettim. Varlığını hissettirmiş olmasına müteşekkirdim.
Allah her şeye hâkim. Çok şükür hâkim.
Yabancı
Bana ait olmayan dünyada bana ait olmayan sesler
Bana ait olmayan bi hayatta figüran gibiyim
Bütün sesler birbirine karışıyor
Şampiyonlar ligi marşı çalıyor bi yerde
Bi yerde insanlar İspanyolca konuşuyor
Raylardan büyük bi gürültüyle tren geçiyor
Anlamadığım dilde anonslar yapılıyor
Çocuklar ağlıyor
Onların ağlamasını anlıyorum
Çocuklar her dilde aynı ağlıyor
Aynı huzursuzluğu yayıyorlar
Burası yeşil
Burası mavi
Ne burası bana ait
Ne ben buraya aidim
Burdaki insanlar yabancı
Ben buraya yabancıyım
Burdaki seslerin adı gürültü
Benim sesim yabancı
Dilim yabancı
Dilim yabanice
12.08.2016
5 Ağustos 2016 Cuma
İlk Demler
Pragtayım
Vltava Nehrinin yanında uzanıyorum
1357-1400 yılları arasında yapılmış charles köprüsü sağ tarafımda ve sol tarafımda kocam
Ellerimde kınalar var, yeni gelinim, Kınaları hala koyu olacak kadar yeni
Çok şey geçti 3-4 günde
Dünya değişti sanki
Pragtayım, dilimde Kürtçe şarkılar, oy yare oy hevale, solumda kocam, sağımda charles köprüsü
Tarihe not düşelim
4 ağustos 2016 19:12
Solumda kocam önümde nehir sağımda köprü arkamda kafka müzesi
Tarihe not düşelim
Evli olarak ilk klavyeye vuruşlarım
Az önce Onur not yazdığımı fark etti okutmadım
Senle yaşamak çok keyifli dedi özellikle keyfim yerindeyken
Huysuzken çekilmiyomuşum
Az önce komiklik yaptım
Güldük büyüme hiç tamam mı dedi
Şu an yaşım kaç bilmiyorum
Klavyeye dönünce büyüyorum Onur'a dönünce değişiyorum
Kaç kişi yaşıyorum bu hayatı bilmiyorum
Bi sigara yakmak istiyorum şimdi
Nehirde ördekler ve kuğular var
Onları rahatsız eder miyim bilmiyorum, ruhsal bi hassaslaşma yaşıyorum
Yanımdaki adamı seviyorum
Bazen birlikteliğimiz zorluyo ama onunla Eyfeli gördüğümüzdeki şaşkınlığı paylaşmak Mutlu ediyo
Onunla bu anları paylaşmak Mutlu ediyo
Şimdilik bu kadar
31 Temmuz 2016 Pazar
Düğün dernek ve yorgunluk
İçimde derin bi yazma isteği oluşmadan başlıyorum bu yazıya. Her zaman yoğun bi istekle başlardım. Bi de böyle olsun bakalım. Elbet bu parmaklar kuracak bazı cümleler.
Son demlerdeyim. Bekârlıkta yani, henüz ölümüme dair bi bilgim yok. Nikâhımı düğünümü biliyorum işte. Onun son demlerindeyim. Az kaldı ben şu an salıyı çarşambaya bağlayan gecenin ay ışığındayım. Düğünüm Pazar akşamının ay ışığında olacak. Ay ışığı demişken güzel bi şarkı açıyım ben. Size de atayım hadi.
Evlenirken çeyiz olarak bu kadının sesini götürmek istiyorum. Mümkün mü doktor? Değil. Peki naapalım.
Neyse. Ne diyorduk. Evlilik, düğün, kına falan filan.
Uzun zamandır çok yoğunum. Ev tutmak, eşya almak, onların gelişlerini sağlamak, çıkan aksilikleri çözmek, düğün kına organizasyonu yapmak, bitmeyen alışveriş silsilesi, insanların müdahaleleri, herkesin nasıl oluyorsa her şeyi ama her şeyi bilmesi, nikah şekerinden davetiyesine kına süslerine kadar gereksiz yüzlerce ayrıntı, tatil planı, pasaport işlemleri, vize işlemleri……….. Of yazarken bile yoruldum. Evet bunların hepsini yaptık. Bunların hepsini yaşadım. Yorgunum dostlar. Şu an en çok bunu yazmak istiyorum. Çok yoruldum.
Dün Timur’a gittim. Nişan boyunca nerdeyse hiç kavga etmedik, hem de insanların en gergin olduğu zamanlar, bi sürü ayrılığın olduğu zamanlar, kendimi tebrik ettim dedim. Bi şey oldu ve seanslarda birden çok ilerledin, ne oldu bilmiyorum. Bi şey sana iyi geldi ve iyi oldun. Ben senin ben sıkıldım deyip ayrılmanı bekliyordum, eski Merve bunu yapardı dedi. Bilmiyorum terapiler olmasaydı böyle bi şey yaşar mıydım emin değilim ama bu kadar sakin, sıkıcı yorucu ama sonuca eriştikçe keyifli olmazdı hiçbir şey muhtemelen. Şimdi bugün bütün gün ilçe milli eğitimde benim yurtdışı izin konusunu halletmeye çalıştım ve olmama ihtimali bende dehşet bi hayal kırıklığı oluşturmadı, günlerce onurla evden çıkmayız, belki güzel bile olur dedim, çok yorulduk kafamız rahat dinleniriz dedim mesela. Yine de çözmek için yarın il milli eğitime gidicem o ayrı. Of yarınım da dolu. Bi gün götümü yayıp dinlenmek istiyorum.
Bugünüm o kadar yoğundu ki. Bugün hayatımın özeti gibiydi. Sabah hastaneye gittim, bir saatlik işim vardı, oradan kına elbisemi teslim almaya gittim. Oradan eve geldim onları bıraktım, sonra okula sonra ilçe milli eğitime sonra yine okula sonra gardırop için modokoda bi atölyeye, sonra kargoyla gelen malzemeleri almaya Onur’la yaşayacağımız eve, sonra onları yıka yuğ yerleştir, böyle kısaca bu günümün özeti. En iyi gelen şey en sonunda Onur’un gelip sarılması. Bi de eve geldiğimde yeğenimin evde olması ve beraber şarkılar söylememiz.
Ve yaptığım en güzel şeyi anlatmak istiyorum. Kayra uyumamı istemediği için odama bana engel olmaya çıktı ve odamda bi horoz şekeri buldu, epey süre önce Melek vermişti yememiştim duruyodu. Senin olabilir kayra dedim. İçi gide gide, annem izin vermiyo dedi. Dişlerim çürüyomuş. Doktor şeker çikolata yeme dedi, dedi. Annenden izin alırsın dedim. Yarın birazını yersin dedim, ama izin vermiyo en iyisi ben bırakıyım dedi. Hadi al eline beraber izin alalım dedim. Aşağı indik, daha biz inmeden ablam merdiven ucunda. Ben sordum annesi Kayra yarın horoz şekerinden biraz yiyebilir mi diye. Yiyebilir ama bi şartla sonra dişlerini fırçalayacak, bi de kahvaltıdan sonra yiyecek. Kayranın gözlerindeki mutluluğu görmeliydiniz. Tamam anne dedi, horoz şekeri eskiden varmış di mi ben istiyodum dedi. Ablam sessizce çizgi filmlerde görüyordu istiyodu dedi gülerek. O kadar mutlu oldu ki anlatamam. İçim acıdı bi yanda bi yandan bu kadar kısıtlamaya kızdım, bi yandan da çok güzel bi doyum hissettim. Kayrayı mutlu etmenin doyumu. Ben merdivenlerden çıkarken anne sabah olunca ışık olunca yicem di mi diyodu. İçim güzellikle doldu. Güzellik, benim yeğenimin masumiyetidir. Masumiyet dünyadaki bütün çocukların nezdinde Kayra’dır.
Terastayım biraz üşüdüm. Üstüme extralar aldım. Yaz günü üşümek güzel. Geceleri seviyorum. Geceler de beni sevsin istiyorum. Sevgi demişken. Sanırım artık insanların beni de sevebileceğine hatta daha genel söyleyeyim bi insanın başka bi insanı sevebileceğine inanmaya başladım. Kayrayı uğurladıktan sonra odama gidip şarja taktım telefonu. Mihriban, bizim okulun müdür yardımcısı, yakınızdır, vatzaptan kızıyla kendisinin snap filtreli fotoğrafını yollayarak iyi geceler demiş. iyi geceler dedim gülerek, sen hep mutlu ol olur mu diye yazdı… Duygulandım. Bugün yurtdışı işi gerginliğini onunla paylaştım yoğun olarak, o an çok gergindim, muhtemelen beni gördüğü en gergin halim bu gündü. Ama benim mutlu olmamı istedi. Beni seviyo çünkü, söylüyor bunu. Evet biliyorum ama bugün net olarak hissettim. Sanırım birinin beni sevdiğini duymak bana yeterli gelmiyor. Herkes her şeyi söyleyebilir gibi geliyor. Ama herkes her şeyi farkında olmadan gayet doğal akışında yapamaz gibi geliyor. Şimdi Mihriban farkında olmadan sadece küçücük bi cümleyle bunu hissettirdi bana, bu hissediş şimdiye kadar beni sevdiğini bilişlerimden çok daha değerli oldu benim için.
Şimdi ben yine üşüdüm, bi kat daha extra giymeye gidiyorum. Esniyorum. Gelmezsem uyudum bilin. Malum, yoğun ve yorgun bir kadınım ben.
Gittim geldim. Tüm git gellerden yoruldum. Kullandığım bilgisayar modemden uzak. Şarkılar git gel yapıyor, ben yoruluyorum. Çok yoruldum. Evlilik diyorduk bi ara çok gel git yaşadım. Güzel bi şey yapıyorum derken dehşete düştüm ben ne yapıyorum diye. Şimdi denizim biraz daha durağan. Denizim biraz daha sakin. Çarşaf gibi diyemem ama yüzülebilir. İnsanı boğmaz.
Bu muhtemelen bekar olarak son yazım. Evimin terasına hasret kalacağımı biliyorum. Belki gecenin ikisinde elimde sigara özgüre yazı yazma olanağım olmayacak. Belki de olacak bilemem. Yazı yazarken birisi benim yazı yazdığımı görecek. Ertesi gün onu okumak için bloğa girecek. Bu bir kısıtlama sanki. Sanki mi? Bu benim için kimsenin farkında olmadığı bi kısıtlama. Sankisi yok. Bunu kimseye açıklayamam. Bunu kimse de anlamaz muhtemelen. Derdim anlaşılmak mı? Evet. Büyük çoğunlukla. Derdim anlaşılmak. Evliliğimde bunu ne kadar yaşayacağım bilmiyorum. Bi evliliği ne kadar idare edebilirim bilmiyorum. Hayatıma keşke sadece bir insanı alabilsem. O zaman ona kendimi anlatabilirim. Anlaşılabilirim. Ama hayatıma giren bi sürü insan var. Onlar ne olacak? Ne kadar beni anlayacak. Anlaşılma ihtiyacımı fark edecek. Herkesin derdi farklı. Karşısındaki anlamak gibi bi derdi kimse edinmiyor. Beklenti yükleniyor sadece üzerime. Bi sürü insanın anlamsız beklentileri. Hepsinin karşısında gücüm yettiğince dimdik durmaya çalışıyorum. Yapabildiğim kadar.
Neyse evleniyorum işte. Ufak tefek meraklarım, ufak tefek kaygılarım var. Onun dışında her şey olması gereken bu diyerek geçiyor bende. Şu an ki ben hiç olmadığım bi ben. Kalabildiğim kadar kendim kalmaya çalışıyorum. Evlenmeyen Merve, öğrenci Merve, öğretmen Merve, terapist Merve. Bütün Merveler ne yapacaksa toplamda onları yapmaya çalışıyorum. Bi Merve’den diğerine gidiyorum geliyorum ve yoruluyorum. Evet. En net cümle. Yoruldum. Belki de tek kelimelik bi cümle ile tüm yazıyı özetleyebilirim. Yoruldum.
Selam patalaoji. selam göt korkusu.
Yukardaki yazıyı Salı yazdım Çarşamba yayınlayacağımı söyledim. Ama şu an cumartesiyi pazara bağlayan gecenin ikisindeyim. Yarın düğünüm var. Gerginim. Beklerim.
6 Temmuz 2016 Çarşamba
Fazlasıyla özel bir yazı
Temel birkaç problemim var. Yakınlık ihtiyacıyla beraber
yakınlaştıkça işgal edilme duygusu ve bu yüzden sürekli mesafe ayarlama
ihtiyacı. Yaşadığım ilişkilerin gerçek mi suni mi olduğuna dair sürekli bir
sorgulama hali. Bulunduğum her yerde sürekli olarak istenip istenmediğime dair
sorgulama ve kendimi dünyada üzerinde hiçbir yere ait hissedememe.
Aha böyle anca 9 ay terapi aldıktan sonra netleştirebildim
sorunlarımın ne olduğunu. Karikatür gibi oldum valla. Yıllarca terapi aldıktan
sonra aynaya bakıp kendine artık kendisinden nefret edebildiğini itiraf eden
adam gibi. Ama bu cümleleri yazmak bana iyi geldi, tek paragrafta özet olan her
şeyi yazdım. Bu temel problemlerin sebebini biliyorum. Hepsi nerdeyse aynı
kapıya çıkıyor.
Geçen nişanlım ailenin içine biraz daha girince senin o
kızdığım sert uzak tavrının en doğrusu olduğunu anladım dedi. Sonunda anlamış
hak vermiş olmasına sevinmekle birlikte ailemi bu kadar tanımasından
hoşlanmadım. Nedense bunda da bi denge kurmam gerekiyormuş gibi hissediyorum. Benim
hayatım vagon vagon. Birinin karısı birinin çocuğuysan ikisi ayrı yerlerde
birbirlerini pek tanısınlar istiyorum. Kimse hayatımın diğer kısmının içine girsin
istemiyorum. Onur aileme girmesin, ailem evliliğime girmesin, işim özelime
karışmasın, özelim işimi etkilemesin. Her şeyin yeri ayrı olsun. Her şey vagon
vagon işte, birbirine geçiş yok. Ben bi kapıdan çıkıp diğerine gireyim ve o
vagondaki rolüm neyse onu oynayayım, işte rol neyi gerektiriyorsa onu yapayım
istiyorum.
İlk seanslardı terapide. Buradayken sanki başkasının hakkını
yiyorum, ben olmasam başkası olacak, belki daha çok ihtiyacı var ve ben işgal
ediyorum, onun hakkını yiyorum demiştim. Kendimi o odaya ait hissedememiştim. Timur
hakkını yediğin erkek midir kadın mıdır demişti. Erkek sanki demiştim. Daha ilk
seanslar olduğu için ne yapmaya çalışıyo anlamamıştım. Nasıl bir erkek anlat
demişti. Anlatmıştım şöyle şöyle diye. Kime
benziyo diye sormuştu. Kardeşime benziyodu, söylemiştim ama o kadar anlamsız
gelmişti ki o muhabbet, devam ettirmemiştim. Oysa bilinçdışım kendim çalışarak
kazandığım parayla ücretini ödediğim seansta bile, var olmamın ikizimin hakkını
yemek olduğunu çıkarmıştı. Ve ben bununla çalışmak yerine kaçmıştım.
Şimdi bunların hepsini daha duygusuz bi düzlemde yazıyorum. Bunlardan
şu an acı çekip, kendime acımıyorum. Evet, bazı temel problemlerim var bunları
bi düzey hallettim, hepsini daha fazla nasıl halledebilirim onun derdindeyim. Oturup
ah vah edip dertlenmiyorum kendi kendime. Sadece yaşıyorken zorlanıyorum. Yoğun
bi şekilde olumsuz duygu hissettiğim zamanlarda sıkıntı yaşıyorum. Onun dışında
hayatım çok rahat bi konumda. Hayatımdaki pek ç ok ilişki dengesini kurdum
mesela. Bazen dengeyi bozacak şeyler oluyor, ya da yeni denge kurulması gereken
ortamlar oluyor, o zaman yeniden bi uğraşı oluyor. Ayrıca istenmeme duygusunu
da pek çok ortamda yendim. Emin olamadığım birkaç ortam daha var onlarla da
sürekli gözlem halindeyim. Varlıklarından, gerçekliklerinden, samimiyetlerinden
emin olduğumda o da epey bi azalacak.

Konu buraya gelince yazmaya epey ara verdim. Emin olmadığım
çok şey var. Yine inceden bi duygusala bağladım. Bi de arkada Ahmet kaya çalıyo
ki sorma gitsin. Dünyada herhangi bi şey samimiyse o da Ahmet Kaya’nın sesidir.
Dünyada herhangi bi yere aitsem o da Ahmet Kaya şarkılarının notalarıdır.
Şerefinize bi sigara yakıyorum. İçinde bulunduğum bu bayram
gecesi güzellikten uzak bi yazı oluştursun bu kelimeler. İçinde güzellik
barındırmak zorunluluğu ortadan kalksın her şeyin. Estetik olmasın, fonetik
olmasın. Olacaksa duygu olsun. Sadece duygu olsun. Tüm hayatımızda.
Gördüğünüz gibi birden modum değişti. Aslında sizin
okuduğunuz bazı paragraflar arasında yarım saatlik beyindekileri dinleme falan
var. Öyle olunca da ortaya saçma sapan bi şeyler çıkabiliyor. Tabi bu benim
için oldukça olağan bi durum ve bu yazı benim için oldukça anlaşılır. Ama sizin
için durum nedir bilemem. Sonuçta günlüğümsümü okuyan sizsiniz, anlamıyor olmak
sizin probleminiz, ben zaten benimdekileri bildiğim için cümleler, paragraflar
arasındaki boşlukları doldurabiliyorum.
Ve şu anda da yaptığım içimdeki duygulardan kaçmak için saçma
sapan şeyler yazmak; gereksiz anlamsız bi konuyu uzatmak ve hatta noktalama
işaretlerine takılmak. Ayrıca şu an bunları düşünmek ve bunlara üzülmek
istemiyorum. Şu anki en büyük derdim sadece tek bir sigaram kalmış olması. Gerçekten
en büyük sorunum şu an için bu. Sadece tek bir sigaram var. Tek!
8 Mayıs 2016 Pazar
Likenna
Annelerin kutsallaştırılmasını kabul etmiyorum. Kadının veya kadınlığın da. Kadın ve erkek iki farklı cinsiyet, annelik ve babalık iki farklı rol, doğumdan sonra belli bir süre annenin daha yoğun bir rol dağılımı olsa da annelik ve babalığın birbirine daha baskın önemi ve kutsallığı yok. Anneliği kutsallaştırarak içine bütün cefaları tüm dertleri tasaları problemleri çekmesi gerektiği imajı yaratan bu söyleme karşı çıkıyorum. Başta annemin olmak üzere kimsenin anneler günü kutlu olmasın.
Oyun
Naapıyım ben de kendimi severim o zaman. Kendi saçlarımı
kendim okşarım. Kendi elimi kendim tutarım. Omuzlarımdan tutup buradasın derim,
sonra evet buradayım diye cevap veririm. Kendimle kendim konuşurum karşılıklı,
beklentisiz, yargılamadan ve değer vererek. Bu kısmı zor ama bunu da yaparım. Değer
vererek… Özdeğer mekanizmasında bozukluk var bende, paslanmış kullanılmaya
kullanılmaya, yağlanması gerekiyor çarkların. Yağlarım mekanizmayı, sonra
tutarım kendi elimi parka götürürüm kendimi. Sallanırım. Öğrendim arkamdan
kimse itmeden sallanmayı. Vücut ağırlığını arkaya verip ayakları öne götürüyorsun,
sonra tam tersini yapıyorsun birkaç kere yapınca ayakların yere değmese bile
sallanmaya başlıyorsun. Öğrenmişim işte. İhtiyacım yok ki başkasına. Agah Aydın
halt yemiş. Varlığımı hissetmem için başkasının gözünde kendimi görmeye niye
ihtiyaç duyayım. Saçmalık. Bakarım aynaya,
göz teması kurarım kendimle konuşurum. Hem tek başıma bile sallanıyorum ben. Kendimle
bakışıp varlığımı hissedemez miyim hiç. Bok yesin Agah Aydın. Çocuklar tek
başına da oynayabilirler. Oynarım ben kendim kurarım oyunumu, bi Ayşe olurum,
bi Fatma. Hem bu daha iyi, teatral yeteneğimi geliştirir. Hem biri gidip o
ilerde seksek oynayanlara, ‘hadi şu çocuğu da alın aranıza’ mı desin yani. Niye
diyecekmiş, kendim yazar kendim oynarım. Napıyım yani. Timur’un canını yiyim,
öğretti bana bebeğe öğretir gibi kendi ağzımla, burnumla, elimle, ayağımla
tanışmayı, başkasına ihtiyaç duymadan var olmayı. İhtiyacım yok ki artık ne
benimle oynamanıza, ne saçımı okşamanıza. Kendi ellerim var benim, şu an kendi
gözlerimle görüyorum. Ve bu kendi ellerim kendi saçlarımı da okşar, hem çok
güzel ki benim saçlarım, rengarenk, bilseniz severdiniz belki aslında… Oynasaydık
ben oyun da kurardım size, eğlenirdik bence, hem değişik şekillerde ip de atlayabiliyorum
ben, onları da öğretirdim. Tanısaydınız severdiniz belki, oynardınız. Tanımadınız.
Napıyım sizin tercihiniz. Napıyım yani.
27 Nisan 2016 Çarşamba
Bitirilmemiş işler bürosu
Selam insan.
Bir yılın daha sonuna geldik. Takvimin son yaprağı yarın
düşecek. Ve gıcır gıcır bir yıl başlayacak. Bu yazıda size bu gıcır gıcır yılı
bi nebze daha verimli geçirmeniz için haddim olmayarak bi tavsiye vereceğim.
Ama önce birazcık bilgi…
Gestalt terapide bir kavram vardır; bitirilmemiş işler… Bunlar
bizim vaktinde adam gibi yaşayamadığımız kin,
nefret, kırgınlık, öfke, acı, keder, suçluluk, utanç ve benzeri duygularımız
ifade eder… Bazen dilenmemiş özür, bazen yaşanmamış yas, bazen hissedip de
söyleyemediğimiz yoğun duygular, yutmak zorunda kaldığımız cümleler de buna dâhildir…
Yani yarım bıraktığımız her şey bizim bitirilmemiş işimizdir.
Er ya da hatun kişinin
bitirilmemiş işlerle yaşaması oldukça can sıkıcıdır. Bunu somutlaştırabiliriz.
Hepimiz deliler gibi teknolojik aletler kullanıyoruz. Bilgisayarımızdan,
telefonumuzdan bulduğumuz her fırsatta internete giriyoruz. Girdiğimiz her
sayfadan çerezler, geçici internet dosyaları, önbellekler vs sürekli olarak
bilgisayara, geçmişe kaydediliyor. Bu durumda gün geçtikçe bilgisayarımız
telefonumuz yavaşlıyor ve kasarak çalışmaya başlıyor. Ya da mail, mesaj
kutumuzun doldukça mailin, telefonun yavaşlaması... Yani hafızası dolan her
şeyin artık ağır işlemesi bazen donup kalması.. Bunu bu şekilde bi sürü örnekle
taçlandırabiliriz.
İnsan ruhu da böyledir, yarım yamalak yaşadığı duygular,
affedemediği insanlar, kapatamadığı defterler, hesaplaşamadığı her şey birikir
birikir ve gün gelir sırtında bi kambur, karnında kocaman bir ur, kucağında
ağzına kadar dolu bir çöp kutusu oluverir.
Sırtındaki kambur her an yanındadır. Gestalt terapi buna
zemindeki duygu der. O hep orda bekler. Sırtındaki kamburla ilgili bi bakış, bi
gülüş bi söz duyduğun gibi hemen, salisenin yüzde biri bir hızla, o kambur ön
plana çıkar, gastalt buna şekildeki duygu der, bu duygu öyle öndedir ki aslında
o anda hissetmen gereken başka duyguları tamamen egale eder ve sen tam olarak
‘bana her şey seni hatırlatıyor’ şarkısı olursun. Yaşadığın şey sadece
kamburdur. Onun yaşattığı duygudur. Sen artık bay/bayan kambursundur.
Yani bitirilmemiş işlerle yaşamak tam bir işkencedir.
İnsanda sürekli olarak inceden inceye kanayan, her an tuz basılması mümkün açık
bir yara gibidir tüm tehlikelere açık, enfeksiyon kapmaya müsait, büyümek için
uğraşan.
Bu psikolojik bir kavramın benim dilimce anlatımıydı. Gelelim
2015 tavsiyeme.
Sevgili insan, bu yılın başında yarım bıraktığın tüm işleri
tamamla ve tertemiz bi yıl yaşa. Bunu can-ı gönülden istiyorum. Belki çocukluk
aşkındır yarım kalan, bul onu, bu harika teknoloji çağında istediğimiz her
insana sesimizi duyurabiliyoruz, geri zekâlı de ben sana âşıktım ama sen
anlamamıştın çünkü sen geri zekâlıydın de. Ya da saçma bi terkedilişle
sevgilinden mi koptun aylar önce, at bi mail, lan orospu çocuğu de ve yardır
yardırabildiğin kadar, geri dönerse de okumadan sil ne de olsa bu bitirilmemiş
işi bitirdin defteri kapattın.
Kimseden korkma sevgili insan, sesini, yetebildiği her yere
kadar duyur. Açıkla istersen, bunlar benim sağlıklı yaşamam için kurmak zorunda
olduğum cümleler de. Sonra söyle ne söyleyeceksen. Karşındaki kim olursa olsun
korkma ey insan, ondan büyük Allah var, korkma. Yaşayamadığın yas mı var, otur
hatırla hatırla ağla, kapat kendini iki hafta eve yas tut. Adam gibi
yaşayamadığın veda mı var onu yaşa. Hayalinde, dramayla, senaryo yazarak yaşa,
bi şekilde yaşa ve o öyle kalsın. Çocukken bakkaldan şeker çaldın da hala
vicdan azabını mı yaşıyosun git ver parasını şekerin, anlat çocuktum de,
affettir kendini sonra kapat defteri. Bakkal amca ölmüş mü, git şeker göm
kabrine, sonra dua et, konuş, dön.
Her bitirilmemiş iş bitirilebilir sevgili insan. Doğal
afetlerle karşılaşan, yakınlarını kaybeden çocuklarla yaptığımız çalışmalarda
en önemli taştır bitirilmemiş iş çalışması. Mektup yazdırılır, resim çizdirilir
çocuğun yakınına söylemek istediği son şeyler kâğıda döktürülür ve uçan balonun
ipine bağlanıp kaybedilene gönderilir, ey insan inan bu bile faydalıdır, inan
bu bile acayip iş görür…
Ve ben bu yıl büyük bir bitirilmemiş işi kapattım.
Utandığım, kaçtığım, unutmaya çalıştığım, unutmaya çalıştıkça hatırladığım,
yeryüzünden silinmek istediğim bi şeyle hesaplaştım. Kendi kendime, sessizce
bile kuramadığım cümleleri bağırdım. Rahatladım sevgili insan, bitirilmemiş
belki de en büyük işimi bitirdim, tamamladım, tamamlandım.
Sen de tamamlan.
Hepimize ruh sağlığı yerinde bi 2015 diliyorum.
Düzenlendi,26.04.2016
Etiketler:
2015,
affetmek,
bitirilmemiş iş,
gestalt,
hesaplaşmak,
Yılbaşı,
yılortası,
yılsonu
Rakı-Su
Uzun zamandır yazamıyorum. Kendi varlığımdan bile şüphe
etmeye başlayınca yazayım dedim. İçim iyi şükür, pek çok şey güzel gidiyor.
Evlilik hazırlıkları biraz daha yoğunlaştı. Evlenince onurla karışmaktan bireyselliğimi
kişiliğimi kaybetmekten korkuyorum sadece ama bu korku eskisi kadar yoğun değil.
Yanımdakiyle karışıp aynı kişiye dönmek benim için korkunç bir şey ama bunun
olmasını engelleyebiliyorum.
Geçen hafta nikâh işlemlerini yaptık dünya kadar ıvır zıvır.
Arada konuşurken iki soyadı kullanmak istediğimi söyledim. Biraz bozuldu falan,
sebebini açıkladım ben de. Sadece senin soyadını kullanırsam kimliğimi,
kişiliğimi, tüm karakterimi değiştirecekmişim gibi hissediyorum. Ve bu beni
korkutuyor. Ben benlikten çıkacakmışım gibi. Ama kendi soyadıma seninki
eklenirse hem kendim olup hem senle evli olabilirim ve bu bana güzel geliyor.
Bu açıklamayı yaptıktan sonra onur da daha yumuşak oldu. Bu da bana iyi geldi.
Gerçekten de evliliğe dair en büyük korkum yukarda yazdığım gibi yok olmam,
karışmam, aynı füzyona dâhil olmamız, birbirimiz gibi olmamız, iki ayrı kişi
değil de tek bir insan gibi olmamız. Bu pek çok romantik tarafından özellikle
istenen bir şey olsa bile beni dehşete düşüren bir şey.
Aynı şeyi balayı için de hissettim. Mükemmel bir balayı
planımız var. İnterrail yapacağız o kadar keyif alıyorum ki plan yaparken. Şu
an en büyük motivasyonum o tatil diyebilirim. Neyse konu interrailken söyledim.
Ya 20 gün 24 saat birlikte olcaz. Ben sıkılırım ya. Hani hayatı paylaşmak gibi
değil normalde işe gidiyorsun gün içinde görmüyorsun falan. Ama tatilde 20 gün
yüz yüze sürekli. Ben sıkılırım ya, böyle birbirimize karışır gibi oluruz ben
endişeleniyorum aynı insana dönüşürüz, sen kimsin ben kimim, kesin bu
duygularla kavga ederiz. Annemle bile iki gün evde kalınca kavga etmeye
başlıyoruz. Bi insan bi insanı o kadar görür mü ya, doğaya aykırı gibi dünya
kadar cümle kurduktan sonra Onur bomba bitirici cümleyi söyledi. Tamam, arada
ayrı takılırız. Ben uyurum sen gezersin falan gibi bazen başka şeyler yaparız
dedi ve bu söyledikleri bana o kadar iyi geldi ki anlatamam. Evet, tamamen
mantık evliliği de olsaydı Onur’u tercih etme olasılığım yüksek olurdu. Çünkü aradığım
bireyselliği, işgal edilmeme teminatını kaç kişi verebilir bilmiyorum.
Bunu anlattığımda pek çok insan ay ben ilk evlendiğimde bir
dakika bile ayrı kalmak istemiyordum sen nasıl öyle istiyorsun diyo. Onlara şöyle
cümleler kurmak istiyorum; ‘Sen ayrı kalmak istemezsiniz çünkü senin ilişki
mantığın iki insanın aynı duyguda hatta aynı düşünce ve ruhta aynı insan
olması. Oysa ben onurla başka başka insanlar olduğumuzun farkındayım ve senin
aksine ayrı ayrı olmaktan değil aynı olmaktan endişeleniyorum. Dolayısıyla
benim arada yalnızlığa ihtiyacım senin de var olmak için sürekli başka bi
insana ihtiyacın var. Ve şunu kabul edelim ki en azından bi düzey daha sağlıklı
olan benim.‘ Ama kurmuyorum işte bu cümleleri, neden, bütüncül terapist olmak
bunu gerektirir çünkü.
Neyse atarlanmalara gerek yok. Ama sadece partnerimize karşı
değil hayatımızın her yerine yansıtıyoruz bu aynı olma durumunu. Geçen bi
tanıdık geldi. Severim aslında kendisini. İyi kadındır. Neyse öptüm ettim, ay
ne güze olmuş yüzün dedi. Yok ya çok kilo aldım dedim. Ki gerçekten aldım. Yok
almadın iyisin dedi. Haydaaa abla ben den iyi mi bilcem sen mi, neyse ben bi
ikna etme girişiminde bulundum, yok bıngıl bıngıl oldum diyorum, olmadın olmadın
iyisin diyo. Pantolonlarım olmuyo ya hepsi sıkıyo geniş olan vardı o bile
sıkıyo diyorum, onlar yeni yıkanmıştır diyo. Kadını kilo aldığıma inandıramadım
arkadaş. Ve öyle bir ısrarcı ki düşüncesinde tartıda yazan yazıyı görmesem ben
inancam kilo almadığıma. İşte gerçek diye bi şey yok o kadın için. Gerçek kendi
görüşü. Gerçeklik onun görüşüyle aynı olmak zorunda. Benim düşüncem de onun düşüncesiyle
ayı olmak zorunda. Kadın tek başına tüm gerçeklik, tek başına tüm dünya. Ben
böyle olmayacağımı biliyorum, benim korktuğum böyle birine inanmak, böyle birinin
füzyonuna dâhil olmak. Onun için de sürekli bir mesafe ayarı yapmak zorundayım.
Çok yaklaşıp o kişiyle karışmamalıyım. Ama çok uzak olup da ayrı kalmamalıyım. Hep
güvenli bir mesafe olmalı beni koruyan.
Bugün bunu şöyle düşündüm. Rakı saf, renksiz, anason kokulu.
Su saf, renksiz, kokusuz. İkisi karışıyorlar ve o karışım artık ne sek rakı, ne
saf su. Başka bi şey. Ben kendimi su gibi hissediyorum. Karışıp form
değiştirmemem için rakıdan uzak durmam lazım diyorum. Benim yandaki bardakta
kafam rahat, aynı bardağa girmiyim kimseyle diyorum.
Böyleyim işte ben. Benim temel problemim bu; karışmak ve
artık kendin olmamak. Ama bu konuda kendimi iyi bir noktada görüyorum, pek çok
kişiden daha çok kendimi yaşıyorum. Hemen hemen her hareketimi sorguluyorum, bu
benim hareketim mi; annemin, babamın, kardeşimin, Onur’un hareketi mi diye. Yoruluyorum
genelde ama ilerliyorum. Arkama dönüp baktığım zaman aldığım yolu görmek bana
motivasyon veriyor.
Tavsiye ediyorum arkadaşlar insanın kendisi olması inanılmaz
güzel bi şey. Siz de olun. Kendiniz olun. Yüzünüze bakınca annenizi babanızı
görmek istemiyorum. Siz de kendiniz olun ki sizi tanıyayım. Ben sizi tanımak
istiyorum, ananız babanız benim umurumda değil. Ama benim tanımam için öne
sizin kendinizi tanımanız lazım. Lütfen kendinizi tanıyın, kendinizin neyi
sevdiğini, ne olursa mutlu olacağını bilin bilmiyorsanız sorun, merak edin. Emin
olun içerden bi yerden bi cevap gelecek size, siz kendinizi tanımazsanız ben
sizi tanıyamam. Bakın aynaya, tanışın kendinizle.
17 Nisan 2016 Pazar
Teşhir
Selam. Teşhircilik yapmaya geldim.
Telefonuma notlar yazarım ben. Rüyalarımı, o anki duygularımı, önemli önemsiz şeyleri... Her şeyi yazarım. Ve benim için o kadar özeldir ki o notlar, onların bi şekilde okunmasını tecavüz sayarım. Ama şimdi o notlardan bir kısmını paylaşacağım. Paylaşabileceği gibi olanları.
Allah annesine babasına bağışlarından başlıyo hikaye Allah sahibine bağışlasına varıyo. Sonra çocuklarına bağışlasın falan. Yaşamamız evlenmemiz için hep bi şeye bağışlanan nesne oluyoruz. En rahatsız edicisi de sahibine bağışlasın.
Sahip.
-Birisine tecavüz etmek bile zorla sahip olmak diye geçer Yeşilçam jargonunda.-
Büyüyoruz anne babamızdan çıkıp sahibimize bağışlanıyoruz. Sahip erkek, sahip olunan kadın. Şimdi evlenince sahibim mi olacak Onur benim. Ben de kedi köpek gibi bi şeyim zaar.
İnsan nasıl ki tapulu evi yansın istemezse sahip olduğu sevgilisinin de bi şekilde zarar görmesini istemez diye görüyorum. Ama eşyaya gelen zararı kendine saymaz insanoğlu, ev yanarsa ev yanmıştır. Ama canlının başına bi şey gelmişse kendine gelmiş sayıyor. İnsanlardan ayrışamadığımızdan sanırım bu. Başka başka insanlar olduğumuzu anlayamadığımızdan.
Gece geç saatlere kadar dışarıda olmamdan sevgilimin korkmasını anlayabiliyorum ama o korkuyo diye erken gitmeyi kabul edemiyorum. Çünkü başıma bi şey gelecekse benim başıma gelecek, ben yaşıycam yani ve demek ki dışarıdaysam bunların sorumluluklarını alıyorum, çünkü bi şey olacaksa bana olacak başkasına değil. Biri bana bi şey olmasından korkuyo diye neden ben özgür irademden cayıyorum. Araba mıyım ben çalınmıyım diye otoparka koyulayım. Sigorta falan da yapılsa keşke sahip olunan insanlara. Bi anne değilim ama herhalde bi çocuğum olsa ona bile evet sana bi şey olursa, atıyorum ölürsen ben çok üzülürüm ama yaşarım. Ölen sen olursun, sana zarar verecek şeylerin farkındasın, gerisi senin tercihin derim.
Kimsenin sahibi değilim. kimseye de ait değilim. 13.02.2016
Hayret makamından sesleniyorum size
Oturdum insanlara hayret ediyorum
Yüksekteyim yine, narsizm diyorlar bu illete.
Yükseklik korkum yok şükür.
Yani genetikte kodlandığı kadar var
Evrimleşirken hayatta kalmak için doğal seçilimden gelmiş
Hayatta kalabilen her canlı biraz narsisttir derim
Hayatta kalma sidik yarışına girecek bi sistemimiz olmasaydı düşerdik anne karnından
Hepimizin ortak özelliği düşmemiş olmamız
Düşseydik olmazdık
Düşmeyecek kadar güçlü narsistleriz hepimiz
Bi de aldırılılanlar var
Kendilerini öldürecek anneleri seçtikleri için pasif agresif diyebilirim onlara.
Her şey Bi seçimse ölmek de onun tercihiydi
Neyse ne diyordum
Ben diyordum
Hayret makamından bakıyorum
İzliyorum
Görüyorum
Sesleniyorum
Siz nasıl böyle oluyorsunuz
Hayret ediyorum siz nasıl boşluğu görmüyorsunuz
Ben diyorum
Sesimden boşluk çıkıyor
Siz buna sessizlik diyorsunuz
Ben hayret ediyorum boşluğu görmemenize
Hayret ediyorum duymamanıza
Boşluk diyorum
Her yer boşluk
29.02.2016
Reber diye bir öğrencim var. Birinci sınıf 6-7 yaşlarında. Zor bela ulaştığım, konuşmaz, yaklaşmaz. Aile Kürtçe konuşuyor evde, kendini yabancı hissediyor okulda muhtemelen, yabaniden biraz daha yumuşak, sesini bile zor duydum.
Neyse. Bugün okulda deprem tatbikatı yapıldı, öğrencileri okul girişinden izliyorum, okul bahçesinden yüksekte bizim giriş. Tatbikat ve tören bitti, teneffüste müzik çaldı okul, çocuklar dans ediyor oynuyor, o kadar eğleniyorlar ki o enerjiyi alıyorsunuz. Keyifle izliyorum ben de, bi sürü çocuk geldi sarıldı gitti, bazen ikisi üçü geldi sarıldı, bazıları iki üç kere sarıldı, sarılma nesnesi oldum orda. Reber, bu öğrenci işte, yalnız genelde, Bikaç kere yanıma çıktı indi, yakınımda dolaştı, uzaklaştı yaklaştı epey bi süre bi göründü bi kayboldu. Hiç bi şey yapmadım, duruşum davetkar da değildi reddeder de değildim. Sonra geldi öyle bi sarıldı ki, sımsıkı ama öyle sarılmamıştı hiçbir öğrenci. Sonra gitti koşarak, kayboldu birden.
Etkilendim baya. Ne kadar benziyoruz aslında bu çocuğa. Bu grupta yaşadığımız ya da terapide yaşadığımız ya da tüm insanlarla yaşadığımız aslında bunun aynısı.
Yaklaşıyoruz uzaklaşıyoruz, bi sarılıp bi kaçıyoruz. Kötü bi şey olmayacağına emin olana kadar köşede köşede bekliyoruz falan.
Bi sürü çocuk sarılır bana, teslim olmaya sevilmeye müsait çocuklar, kimileri de böyle uzaktan uzaktan gözlemler seveceğimden eminse sarılır, önce kim sarılıyo ben Nasıl davranmışım ona bakar. Biz ya işte. O çocuktan bi farkımız yok resmen.
Hüzün hissettim.
Derimden.
01.03.2016
İçimde bilindik bir şeylerin gitmesinin yasını yaşıyorum. Ben şimdi aşina olduğum düzenin yabancısıyım. Bana ait olmayan şeyleri içselleştirmişim. Şimdi bunları çıkarınca içimde bir şey kalmıyor. Ben saydam bir forma eriştim. Yüzüme bakan arkayı görür silüetim silindi. Bana dair koyacak bir şey yok. Boşluğa düşüyorum.
28.03.2016
Görüş mesafesinin olmadığı bir sis içindeyim yürümeye çalışıyorum
Her adımımı atmadan önce boşluğu basıp basmadığımı kontrol etmek zorundayım. Ve yavaşım belki bir kaplumbağa kadar. Güvende olmak zorundayım
04.04.2016
Evet size birkaç telefon notumu okuttum şimdi defolup gidiyorum.
Beni bekleyin anacım, baaay...
Telefonuma notlar yazarım ben. Rüyalarımı, o anki duygularımı, önemli önemsiz şeyleri... Her şeyi yazarım. Ve benim için o kadar özeldir ki o notlar, onların bi şekilde okunmasını tecavüz sayarım. Ama şimdi o notlardan bir kısmını paylaşacağım. Paylaşabileceği gibi olanları.
Allah annesine babasına bağışlarından başlıyo hikaye Allah sahibine bağışlasına varıyo. Sonra çocuklarına bağışlasın falan. Yaşamamız evlenmemiz için hep bi şeye bağışlanan nesne oluyoruz. En rahatsız edicisi de sahibine bağışlasın.
Sahip.
-Birisine tecavüz etmek bile zorla sahip olmak diye geçer Yeşilçam jargonunda.-
Büyüyoruz anne babamızdan çıkıp sahibimize bağışlanıyoruz. Sahip erkek, sahip olunan kadın. Şimdi evlenince sahibim mi olacak Onur benim. Ben de kedi köpek gibi bi şeyim zaar.
İnsan nasıl ki tapulu evi yansın istemezse sahip olduğu sevgilisinin de bi şekilde zarar görmesini istemez diye görüyorum. Ama eşyaya gelen zararı kendine saymaz insanoğlu, ev yanarsa ev yanmıştır. Ama canlının başına bi şey gelmişse kendine gelmiş sayıyor. İnsanlardan ayrışamadığımızdan sanırım bu. Başka başka insanlar olduğumuzu anlayamadığımızdan.
Gece geç saatlere kadar dışarıda olmamdan sevgilimin korkmasını anlayabiliyorum ama o korkuyo diye erken gitmeyi kabul edemiyorum. Çünkü başıma bi şey gelecekse benim başıma gelecek, ben yaşıycam yani ve demek ki dışarıdaysam bunların sorumluluklarını alıyorum, çünkü bi şey olacaksa bana olacak başkasına değil. Biri bana bi şey olmasından korkuyo diye neden ben özgür irademden cayıyorum. Araba mıyım ben çalınmıyım diye otoparka koyulayım. Sigorta falan da yapılsa keşke sahip olunan insanlara. Bi anne değilim ama herhalde bi çocuğum olsa ona bile evet sana bi şey olursa, atıyorum ölürsen ben çok üzülürüm ama yaşarım. Ölen sen olursun, sana zarar verecek şeylerin farkındasın, gerisi senin tercihin derim.
Kimsenin sahibi değilim. kimseye de ait değilim. 13.02.2016
Hayret makamından sesleniyorum size
Oturdum insanlara hayret ediyorum
Yüksekteyim yine, narsizm diyorlar bu illete.
Yükseklik korkum yok şükür.
Yani genetikte kodlandığı kadar var
Evrimleşirken hayatta kalmak için doğal seçilimden gelmiş
Hayatta kalabilen her canlı biraz narsisttir derim

Hepimizin ortak özelliği düşmemiş olmamız
Düşseydik olmazdık
Düşmeyecek kadar güçlü narsistleriz hepimiz
Bi de aldırılılanlar var
Kendilerini öldürecek anneleri seçtikleri için pasif agresif diyebilirim onlara.
Her şey Bi seçimse ölmek de onun tercihiydi
Neyse ne diyordum
Ben diyordum
Hayret makamından bakıyorum
İzliyorum
Görüyorum
Sesleniyorum
Siz nasıl böyle oluyorsunuz
Hayret ediyorum siz nasıl boşluğu görmüyorsunuz
Ben diyorum
Sesimden boşluk çıkıyor
Siz buna sessizlik diyorsunuz
Ben hayret ediyorum boşluğu görmemenize
Hayret ediyorum duymamanıza
Boşluk diyorum
Her yer boşluk
29.02.2016
Reber diye bir öğrencim var. Birinci sınıf 6-7 yaşlarında. Zor bela ulaştığım, konuşmaz, yaklaşmaz. Aile Kürtçe konuşuyor evde, kendini yabancı hissediyor okulda muhtemelen, yabaniden biraz daha yumuşak, sesini bile zor duydum.
Neyse. Bugün okulda deprem tatbikatı yapıldı, öğrencileri okul girişinden izliyorum, okul bahçesinden yüksekte bizim giriş. Tatbikat ve tören bitti, teneffüste müzik çaldı okul, çocuklar dans ediyor oynuyor, o kadar eğleniyorlar ki o enerjiyi alıyorsunuz. Keyifle izliyorum ben de, bi sürü çocuk geldi sarıldı gitti, bazen ikisi üçü geldi sarıldı, bazıları iki üç kere sarıldı, sarılma nesnesi oldum orda. Reber, bu öğrenci işte, yalnız genelde, Bikaç kere yanıma çıktı indi, yakınımda dolaştı, uzaklaştı yaklaştı epey bi süre bi göründü bi kayboldu. Hiç bi şey yapmadım, duruşum davetkar da değildi reddeder de değildim. Sonra geldi öyle bi sarıldı ki, sımsıkı ama öyle sarılmamıştı hiçbir öğrenci. Sonra gitti koşarak, kayboldu birden.
Etkilendim baya. Ne kadar benziyoruz aslında bu çocuğa. Bu grupta yaşadığımız ya da terapide yaşadığımız ya da tüm insanlarla yaşadığımız aslında bunun aynısı.
Yaklaşıyoruz uzaklaşıyoruz, bi sarılıp bi kaçıyoruz. Kötü bi şey olmayacağına emin olana kadar köşede köşede bekliyoruz falan.
Bi sürü çocuk sarılır bana, teslim olmaya sevilmeye müsait çocuklar, kimileri de böyle uzaktan uzaktan gözlemler seveceğimden eminse sarılır, önce kim sarılıyo ben Nasıl davranmışım ona bakar. Biz ya işte. O çocuktan bi farkımız yok resmen.
Hüzün hissettim.
Derimden.
01.03.2016
İçimde bilindik bir şeylerin gitmesinin yasını yaşıyorum. Ben şimdi aşina olduğum düzenin yabancısıyım. Bana ait olmayan şeyleri içselleştirmişim. Şimdi bunları çıkarınca içimde bir şey kalmıyor. Ben saydam bir forma eriştim. Yüzüme bakan arkayı görür silüetim silindi. Bana dair koyacak bir şey yok. Boşluğa düşüyorum.
28.03.2016
Görüş mesafesinin olmadığı bir sis içindeyim yürümeye çalışıyorum
Her adımımı atmadan önce boşluğu basıp basmadığımı kontrol etmek zorundayım. Ve yavaşım belki bir kaplumbağa kadar. Güvende olmak zorundayım
04.04.2016
Evet size birkaç telefon notumu okuttum şimdi defolup gidiyorum.
Beni bekleyin anacım, baaay...
Etiketler:
boşluk,
erkek,
görünmezlik,
güven,
hayret,
hayret makamı,
kadın,
narsist,
narsizm,
sahip olmak,
sahiplenmek,
sarılmak,
saydamlık,
teşhir,
yas
12 Nisan 2016 Salı
Beklentisizliğin özgürlüğü
Bugün bi arkadaşa kırgınlıklarımı yazdım. Bunu yazarken ona duygu yüklemedim. Bi açıklama bi özür ya da bi ikna edilme beklemedim. Sakin bir şekilde hissettiğim şeyleri anlattım. Bi şey beklemediğim için söylediği hiçbir şey batmadı rahatsız etmedi. Bu bana iyi geldi. Duygularımı ifade etmek ve karşıdan bir şey beklememeyi başarmak iyi hissettirdi. Ama içimde bi şeyler bekleyebilecek kadar yakın olmak hissini kaybettim. Evet herkesten onlardan bir şey beklemeyecek kadar uzak olabilirim. Bu uzaklık yakınlık bu mesafe sanırım çok bireysel olacak. Herkese muayyen bi hadde kadar yaklaşabileceğim. Kendi özgürlüğüm insanların onlardan bi şey beklememem özgürlükleriyle sınırlanmış oluyor. Cümleyi kurabildim mi bilmiyorum. Şöyle diyim sizin özgürlüğünüz benim sizden bişey beklemediğim yerde başlıyor. Ve ben artık kimseden bir şey beklememek istiyorum. Bunu siz özgür olun diye değil kendi iyiliğim için yapıyorum. Sizden hepinizden üç beş yirmi adım daha uzak olmak pahasına.
Özgürsünüz. Yakınlığımı kaybettim. Acım büyük. Yas tutuyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)